3 Aralık 2010 Cuma

HAYAT BEN

Cem Adrian paşa...

Seviyorum.

Uykusuz bir gece ve saat epey geç diye başlayan tatlı müzikli acı dilli şarkısı.

Hayat hayat bırak peşimi...

İnsan gerçekten bazen vazgeçer, biliyorum.
Hayat gerçekten başka bir karakter gibi gelir, biliyorum.
Biz olmadan da var...

Bilinen gerçekliğin, bilinmeyen tarafı için götümüzden uydurmalar...

Bugüne kadar kafasına gelmiş, içine sinmiş, deneyimle gerçeklenmiş,
herşeyi bilen ben;
açıklıyorum.

Hayat dediğimiz şey, kendisinden bahsederken yaşadığımız şey oluyor.
İşte herşey yani.
Ben kendi hayatım, sen kendi hayatın.

Her zaman sevdiğim anlar yaşamıyorum ama büyük ihtimalle onları da ben yapıyorum öyle.
İyi de oluyor zaten çünkü başka türlüsünü bilmediğimden mutsuz olmayınca mutluluğu anlayamıyorum zaten.

Kabul etmek zor oluyor gerçekten de.
Koca hayat...
Yükü taşınmıyor bedende...
O yüzden de ruhunu geniş tutmalı insan.
Kolay mı koca hat, taşınır mı hiç bedende...
Ruhta yer açmalı insan.
Zamana hapsetmeyi bilmeli birilerini, bir yerleri, anıları...

Eternal sunshine of the spotless mind.

Yenilenmeli insan...

Hiç işte yakari takari...

14 Kasım 2010 Pazar

HAYDİ BİRAZ SANAT KÜR'EK

Meğer sanat
kürekle kazınacak bir halt sanılırmış
meğer sanat
komünist faşistlerin oyuncak gibi ellerinde döndürücekleri bir halt sanılırmış
meğer sanat
kişileri sevmek ya da sevmemek arasında verilecek bir karar sanılırmış...
Yazık meğer insanın
en çok kendini sanatçı, insancıl, enlelektüel, komünist, kürt, çerkez, alevi, herşeyden önce insancı sananı zararlıymış...
Çünkü bir tek onlar aynada kendilerine değil, olduklarını zannettiklerine bakarlarmış.
Çünkü bir tek onlar ettikleri, oldukları yüzlerine söylendikçe arkalarını dönüp kaçarlarmış.

Sanat dostlarım; üzerinde konuşulacak değil yapılacak bir şey.
Sanat; okullarda öğretilen değil, insanın eline, diline, yüzüne, iliklerine gelen bir şey.

Yine diyeceğim ki, sizin ellerden bir halt olmaz. Önce o elleri görmek gerekiyor. Bilmek gerekiyor.
Kimileri ne dediğimi anlasa da anlamazlıktan gelerek çok çemkirmiştir ama yine diyeceğim ki
BİLMEDİĞİNİ BİLMEZSİN önce onu bilmek gerekiyor.

10 Ekim 2010 Pazar

TUT(MA)SAK

Ev bulamıyorum.
Milyonlarca insan dünyanın her yerinde milyonlarca ev buluyor.
Ben, Antalya'da bulamıyorum.
Bulmak mı istemiyorum nedir?
Ev, Eşyalar, Tabaklar, bardaklar, eşyalar...
televizyon.
Hapis gibi mi geliyor bana sanki?

Mal, insanı zamanla mal eder.

Korkuyorum.
İstediğim zaman bırakamamaktan korkuyorum.

Bağlanmak istemedikçe bağlıyormuşum gibi geliyor kendimi.

Sinema biletlerini bile atamıyorum.
Anılarımı atıyormuşum gibi geliyor.
SMS bile silemiyorum ben.

Özgürüm sanıp tutsak ediyorum kendimi.
Kendime tutsak...

BARCELONA TRENİ KAÇTA KALKAR

Çelişki...
Ruh bedenle çelişiyor.
Yaşlanmak buna deniyor sanırım.

Fotoğraflar görüyorum, arkadaşlar...
Sabah işe gitmeyecekler. İşe gidenler de gitmeyecekler sabah.
Öğleden sonra belki, canları istediğinde kimileri...

Gençlik.
Para mı bütün bunlara neden.
Çalışmadığım bir zamanı düşünemiyorum ben.
Aç kalmam evet, ama tercihlerimi de satın alamam değil mi...
Gençlik;
başkasının parasıyla tercihlerini alabilme özgürlüğü.

Bu bir tarafı.
Belki de bahane buluyorum.

Pazar....
Altın portakal zırtlatması.
AKM çimenlerinde bütün gün bir taraftan sarhoş olup bir taraftan filmlere girilebilir, sanatsal ve felsefik konuşmalar, çimlerde dönelmeler...
Hiç canım istemiyor. Üşeniyorum. Evim mi uzak, otobüsleri falan icad ettiler aslında.

Pazar...
Temizlik, banyo, yemek, televizyon, biraz kitap, uyku, rüya...
Pazartesi...
Telefonun alarmı, banyo, iş, iş, iş, iş, iş, iş..........................

Çok şeyler yapmak istiyorum.
Sevgilimle oralara buralara gitmek, saçma sapan şehirlerde, saçma sapan yemekler yemek, onlarca film çekmek, milyarlarca yazı yazmak...

Çelişki...
Üşeniyorum.
İşe gitmeden de olmuyor hem.
Üşeniyorum.
Yaşlılık;
Ruh bedenle çelişiyor.

Parayı da icad ettiler puşt herifler.

8 Ekim 2010 Cuma

Welcome my son

Welcome my son welcome to the machine...

Dün gece feci patladı hava, özellikle de bizim antenin üzerine. Bir anda elimiz, ayağımız, sosyalleşme kaynağımız televizyonumuz "sinyal seviyesinde azalma var, zart ve de zurt" dan başka bir şey göstermez oldu. Tabii hal böyle olunca biz de anlayamadık, fatmagül'ün suçu ne.

Dün gece feci patladı hava. Ayağıma geçirdiğim eskimiş botlarım beni sudan korur mu diye korkarak çıktım dışarı, 3 dakika sonra üzerime geçirdiğim kazak çantamda. Bugün sokakta yaz'ın neredeyse işitilmez sesi vardı "artık gidiyorum, beni özleyeceğiniz ve yeniden seveceğiniz günler yakın".

Dün gece feci patladı hava. Bugün bir huysuzluk bende. İşe gelmeyi, hergün sevmiyorum ama bugün daha da çok sevmedim.

Welcome my son welcome to the machine.

26 Eylül 2010 Pazar

NEVERLAND AKŞAMÜSTÜLÜĞÜ

Yanan sigarasını aldım, bana hiç durmadan surat asan çocuğun. dayanamıyorum bana surat asılmasına.
İstiyorum ki; etrafında olduğum her insanoğlu, gülümsesin. Ellerine bir gerekçe vereyim ve astıran neyse yüzü, hiç değilse o an için görünmez oluversin.
Rüzgar hafif esiyor, biraz üşütür gibi ama aslında sadece ürpertiyor.
İkinci rakımı içiyorum.
Günü ben batırırım belki bugün.
Belki de sarhoş olurken ben, batıverir.
Hiçbir şeyi umursamadan, istediğim yere gelip, akşamüstünün beşinde rakı içecek kadar büyük olmayı seviyorum.

ÇIKAR'IM

Kaş bana, Kaş'lar bana.

Küçük bir yer burası. Yaz bitip de geçer insanlar geçip gittiğinde, belki 200 kişi kalır burada.
Küme küçüldükçe dert artıyor.
Ama dertler çabuk geçip gidiyor galiba. Biri birine asılmış, biri birini yanlış anlamış...
"Onunla görüşmeyeceğim"ler çok da uzun sürmüyor aslında. Görüşmekten başka çare kalmadığından bence. Sonra da o cümleyi söyleten durumu kabul eder oluyorsun. Sınırlarını mı siliyorsun?
Neyin daha iyi olduğuna karar verecek hadde erişmedim, erişen olduğunu da sanmam.
Ne de olsa milyarlarca dünya var.
Ama galiba, en azından benim için, gelip geçerken düzenli, kalmanın hayalini kurmak, kalmaktan daha iyi.

22 Eylül 2010 Çarşamba

LEKE

Kafandaki düşünce çok net, onu çok iyi anlıyorsun.
Çok basit bir çıkarım bu.
Anlatmak istediğinde...
O netliği doğuran, basitliği getiren aynı kelimeler, evet.
Senin kafanda oluşurken, çıkarken böyle, bu kelimelerle çıkmıştı.
Anlatmak da çok kolay olmalı. Anlamalı karşındaki.
Ama hayır öyle olmuyor.
Sözlükte kelimelerin tanımları aynı olsa da anlamları kişiye göre değişiyor galiba.
Eğilimlerine, deneyimlerine, kendi düşüncelerine, doğru bildiklerine, doğru sandıklarına göre değişiyor.
Ne kadar zor.
Anlatamamanın sancısını çekiyorum kemiklerime kadar.
Anlaşılmamanın doğurduğu sonuçlar, bütün güzelliklerime leke sürüyor.

İnat ediyorum:
Hayır bunu anlatabilirim, herşey çok basit, çok açık.
Ama hayır anlatamam.
Kelimeler çıkarken ağzımdan, ulaştığı yer benim aklım değil.

Başka yöntemler seçsem, kelimeler değil hareketler belki.
Ama karşı akılda da çabaya ihtiyaç var.
Anlaşmak çift taraflı bir eylem.
Bir taraf bu kadar isterken anlatmayı,
Diğer taraf anlamak istemezse...

Yine aynı sonuç galiba.
Gitmek gerek.
Gitmem gerek.

11 Eylül 2010 Cumartesi

HAYDİ BAKALIM

İnsan ne kadar seviyor kendini.
Kendini korumak, haklı olmak için neleri yakıyor.
Hiç utanmadan, bilip de bilmeden.
Belki de ancak böyle katlanabiliyor kendisine.
Öyle ya, hatalarını kabul etmek zor.
Kendi çirkinliğinle yüzleşmek...
Ne de olsa hep kendinle yaşıyorsun, kendine mecbursun.
O yüzden de hep güzelsin, hep akıllı, hep doğru.
Asla özür dilemezsin çünkü özür dileyecek birşey yapmazsın.
Asla teşekkür etmezsin çünkü zaten sadece hayatlarında var olmakla bile sana verilenlerin milyonlarcasını hak ediyorsun.
Hepsi kabul
ama ya kendine katlanmak için başkasını suçlamak.
Bu ne peki, hangi dine, hangi ideolojiye, hangi felsefeye giriyor bu. Psikolojide mi yeri var?
Tekniğini bilemiyorum ama maşallah acısını bilirim.
30 yaşında koca bir çocuğum ve her gün yeniden bir insanın hayatında başına gelen herşeyin sorumlusu ben oluyorum.
Ellerime ne hünerler sürülmüşse, bitmek bilmeden güzellikleri yıkıp, pislikleri, kötülükleri hayatına salıyorum birinin.
Sırf bu biri için, hayatımın hemen son bulmasını çok ama çok istiyorum ama
insanım işte kıyıp da kendim yapamıyorum.
Yani açık çağrıdır:
Canı adam öldürmek isteyen varsa buyursun gelsin.
Kötülüklerim son bulsun, dünya güzeli rahat bir nefes alsın..

27 Ağustos 2010 Cuma

KUŞ OLMASAM DA

Bazen ne dediğini anlamak gerekmiyor o kadının.
Kelimeler aksa da insanı kısıtlamaya yetmiyor işte, müzik varsa.

Kendi kelimelerini yazdırıyor içinde.
Özgürce hem de bugün bunu, yarın başka birşeyi uyandırıyor sende.
Özgürsün işte, hiçbir yere gitmeden.
Dışarıya tek kelime etmeden.
Vücuduna yapışmış sanırsın ama
ruhun
ruhun dinlemez seni.

O zaman işte sen dinleyeceksin onu.
Bırakacaksın gitsin istediği yere, haykırsın, kızsın, sevsin, nefret etsin
Sussun.
Herşeyiyle hissetsin, var olduğunu sana hissettirsin.
Sözlerini anlamadığın bir şarkıda yok oluşunu...

GEÇİ

Dün geçirdiğimiz kaliteli zamanın ardından ben yine düşünüyorum, karara varıyorum, yok bazen de varamıyorum.

Tam diyordum ki kendime;

İnsanların da eşyalar gibi, ağaçlar gibi, müzikler gibi
hayatımızda bir sınırı var.
Yani şöyle ki
kimi zaman bir eşya sizin için çok önemliyken gün geliyor önemini yitiriyor.
Artık çok samimi değilsiniz onunla, çok görüşmüyorsunuz, hatta bunu düşünmüyorsunuz.
İnsanlar da öyle belki, zamanda getirileri ve paylaşım ne kadar keyif verici, eğitici, düşündürücü olsa da zamanı doluyor. Sonra bir bakıyorsunuz ki artık o masada o insanlarla oturmak birşey verimyor size.
Kuşkusuz ki hep aldım verdim meselesi değildir ama tercih meselesidir.
Bu durumda belki de yersiz birbirimize kırılmak, içten içe alınmak ve o samimiyetsizlikten hayıflanmak. Kabul edip, adam gibi gitmek gerek belki.

Ama sonra dedim ki;

saçmalama, sen o kaliteli zamanı mesela kiminle geçiriyordun, yıllardır ne bok olursa olsun geçmeyenlerden biriyle.
Neden geçmiyor bu insan ve işte şimdi saydığın diğerleri?
Çünkü duyabiliyorsunuz, görebiliyorsunuz ve bunu kabul edebiliyorsunuz.
Demek ki o zaman bu gelir geçerlik meselesi değil.
Demek ki bu çaba meselesi. Demek ki bu görü meselesi. İstek meselesi.
Kuşkusuz ki herkes aynı kişileri aynı şeyleri isteyecek diye bir kural da yok.

O zaman karar verilecek bir konu değildir bu.

Kimi gelir geçer eşya gibi
kimi yer eder, vücudunda bir parça gibi.

GÜN GELSİN

Çok dert, çok proje.
Genelde hayal.
Cesaret yok.
Zaman nedense hiç yok.
Bıkkınlık.
Yorgunluk.
Erteleme.

Erteleme.
Sıraya koy.
İçine koy.
Harekete geçir.
Harekete geç.

Değer.

Başarısızlıklara da değer.

24 Ağustos 2010 Salı

KORKU

Korku...
Korkak biriyim ben.

Kaybetmekten korkuyorum.
Vazgeçmekten korkuyorum.
Unutmaktan korkuyorum.

Yalnızlığımdan korkuyorum.
Onu kabul edişimden, beni bırakırken ensesine yapışmaktan...

Zamandan korkuyorum.
Geçmezken alıp götürdüklerinden, hepsine göz göre göre izin vermekten...

Herşeyin aynı kalmasından korkuyorum.
Aynılığa alışmaktan, alıştıkça farketmemekten, farketsem bile önemsememekten...

Kabullenmekten korkuyorum.
hiç sorgulamadan sadece oluşu kabullenmekten...

Kabullenmemekten korkuyorum.
İnatla savaşmaktan bazen, herşey bana bağlıymış gibi...

Herşeyin bana bağlı olmasından korkuyorum.
Sorumluluğu kaldıramamaktan, kendime teslim olmaktan...

Herşeyin bana bağlı olmamasından korkuyorum.
Bütün umutlarımı yitirmekten, hergün verdiğim savaşı bırakmaktan...

İnsanlığıma yenilmekten korkuyorum.

22 Ağustos 2010 Pazar

DİNGİL SHOW

Genellikle keskin fikirlerim ve keskin bir ifade biçimim var.
Kimi çevrelerce yanlış anlaşılmama daha doğrusu keskin ve agresif tavrım yüzünden sözlerimin pek dinlenmemesine sebep oluyor bu durum.
Yazdığım her kelime, ister tamamen benim fikrim, ister topladığım bilgilerle derlediğim bir tanıtım olsun, ürettiğim herşeye çok saygı duyuyorum.
Kusuruma bakmayın ama önemsiyorum.
Offf neyse yaa, netice itibariyle, kuşkusuz ki herkes aynı fikirde olacak, ya da herkes birşeyi beğenecek diye bir kaide yok.
Ama saygı duyacaksın, herkesin fikrine, emeğine saygı duyacaksın. Ben bunu önemsiyorsam sen de özen göstereceksin.
Haa tabii ki herkes istediği gibi davranmakta özgürdür ama sonuçlarına da katlanır bunu hatırlamak lazım.
Bu zamana kadar bana yavşakça davranan çok olmuştur, dalga geçen, önemsemeyen, saygısızlık eden, pek kafama takmam hiçbirini. İnsanoğlu hoşgörmek gerekir. Ama hoşgörümün sınırları var. Emeğime, fikrime laf ettirmem. Kimsenin egosu, dingilliği altında ezdirmem. Ezmeye kalkanı da hoşgörmem.
Dün birine de söylemiştim, hoşuma gidiyor tekrar edeyim:
Götümle yazmıyorum ben bu yazıları o yüzden kimse bok muamelesi yapamaz.

8 Ağustos 2010 Pazar

DELİ

Binaların arasına sıkışmış özgürlüğümle tabii ki miskin olacaktım.
Çıkmayınca bilmiyor insan.
Çıksa da bazen görmüyor.
Bazen bir at,
yanıbaşında bir at
sana yaşamı anlatabiliyor işte.

Zaman akmıyor burda dedi onur dün.
Dedim ki zaman zaten akmıyor, hiçbir yerde
Yaşamlar akıyor,
arabalar,
insanlar,
paralar,
duygular,
akıyor.
Akarken görmüyorsun
çünkü akış ruhu kör ediyor.

Üretim, Üretin
Ne için
İfade ettiklerinin insanlarda açacakları yol için,
senin gitmediğin, belki hiç gitmeyeceğin bir yol.
İletişim, iletişin.
Bazen kelimelere hapsolmadan,
içerdekini formlandırarak, fotoğraflayarak, çizerek...

Deli derler onur'a
özgürlüğünü yüzlerine utanmadan vurduğundan belki
ama üretimin tutkusuyla yanan
ellerinde, gözlerinde, ruhunda
gördüğüm delilikse eğer
kendine gelip bakmalı eyy ahali,
o deliliktir sizleri de girdiğiniz çukurdan çıkaracak,
Aklınız yeterse eğer...

Sanat, komik kelime..
Onur'a sevgilerle...

7 Ağustos 2010 Cumartesi

KURBA(ĞA)N

Blues bu kadar blues'ken nasıl olur da insanı zevkten dört köşe eder?
Belki de zevkin içinde de blues var mı birazcık?
Her insanın içinde biraz blues var.

Keyfi sürerken, acısını da tatmaktan mı acaba?
Keyiflenmek çok acı.

Kendime olan yüzsüz güvenimle, saçma çıkarımlarımı yapmaktan inanılmaz keyif alıyorum.
heeyy çelişmeler denizinde yüzen kurbağayım ben.
Nilüfer yapraklarına oturmak yerine yiyorum onları...
Tüketim manyağı oldum belki
Baskılara dayanamayarak yitik bir kurban olmuşum.
Nerden nereye
Acaba ne diyorum...

5 Ağustos 2010 Perşembe

KİM

Zedelenmekten bıkmış ruhum,
kendini kandırırken
kendine kanarken.
Ben-Sen-Kim
Kimliğini kaybetmiş
Kimliğini hiç görmemiş
Görse de bilmemiş
Bilse de söylememiş.

Yalancılıktan kim ölmüş
yabancılıktan kim düşmüş

Kabul mü
reddediş mi

Kim bilir.
Kim'lik.
Hiçkimse
Herkimse

NEDEN SANAT

Çünkü genel geçerlikte
kendini ifade etmenin en keskin yolu.

İfade etme rahatlamasını yaşatır
anlaşılma kaygısını taşıtmaz.

Egoyu tatmin ettiği gibi
Tevazu gösterme fırsatını tanır.

Bana göre
Herşey sanat,
Herkes Sanatçı.

Çünkü her kafada
ifade edilecek
en az bir
herhangi birşey vardır.

NEDEN SANAT?

Sıcaktan tembellik ruhuma yapıştı.
Bahane verdi elime, kendimi severek, hiç olmam için.

Üretim
Üretin

Nereye, neden.

Belki de malzeme yok elimde.
Belki de istemeyecek kadar bezginim.

Hırs yok hırs.

Hayal etmek yapmanın yarısı galiba
ama
ben tamamı sanıyorum.

Sancılanmak iyidir belki
ama
sancı sanrıyı doğuruyor
Sanrı yanılgıya kaçıyor
Yanılgı bıkkınlığa uzanıyor
Sonuç
Hayal edilmiş
ama
genel gerçeklikte algılanmamış dünyalar dolusu
üretim
Üretin
Ne için.
Neden sanat?

ÖLÜ-M

Kafamda o kadar çok cümle dolanıyor ki, yine şekillenemiyorum.

Hayalperest dünyamda hepimiz biriz. Hepimiz denk, hepimiz tek.
Ama uygulama alanı benim dünyamdan o kadar farklı, o kadar garip ki.

Korku çok vahim, ve ben hemen hemen herşeyden korkuyorum.
Birini sevmekten, başka birini sevmemekten korkuyorum.
Birini görmekten, başka birini görmemekten.
Her ucundan korkuyorum herşeyin.
Kuşku, şüphe ve kaygı içimi yiyip bitirirken
yok olmamaktan korkuyorum.

Nedenleri mühim mi bilmiyorum.

Ölmekten çok korkuyorum,
Bilmediğim herşeyden korktuğum gibi.
Bilmemektense ölesiye korkuyorum.

Dönüp dolaşıp
en çok
kendimden korkuyorum.
Yaratan olduğumdan ötürü.

27 Temmuz 2010 Salı

GERÇEK

Nedenini hala anlayamasam da beni seven o kadar çok insan var ki bu dünyada.
Var oldukları için şükrediyorum.
Ama dur bunu söylemek değil niyetim.

Edeceğim başka iki laf var, inkarı bir maharet sanmış yüzmilyonlarcasına.

Aşk.
Aşk, bu dünyada bir insanın başına gelebilecek en güzel ve en önemli şeydir.
Hiç sanılmasın ki herkeste başka başkadır. Öyle olsaydı, bir adı olmazdı emin ol.
Herkesin içini yakar, herkesin midesini döndürür.
Herkesin en mutlu olduğu anlar onunla birlikte olduğu anlardır.
Yok öyle, hergün birşeye aşık olmak lafları. O aşk, bu aşk değildir.

Aşk.
Bir tek aşk, bütün varlığı-yokluğu unutturur.
Bir tek aşk, insana kendini unutturur.

Aşığım ben.
Başka hiçbir şey yok.
Bu zamana kadar canımı acıtmış hiçbir kimse, hiçbir an.
İsterdim ki...
İsterdim ki; sevgilim...

Ama yok işte,
Yapacak birşeyim de yok.
Acısını da bal gibi çekeceğim.

Ne de olsa;

Aşk.
Bir tek aşk
hep benim...

23 Temmuz 2010 Cuma

ACI HABER

Öğlen yemeğinde Hurriyet magazin okumayı seviyorum ben.
Üzücü bir haber vardı, Ayda Aksel'in kocası ölmüş.
Kadın iş için Ankara'ya gitmeden önce bir kahve içmişler hava alanında,
sonra haber gelmiş, kalp krizi geçirip ölmüş adam.

Dün, artık sevgilim olmayan adama diyordum ki;
o kadar plan, hayal, hepsi bir gün içinde nasıl silinebiliyor, yok oluyor.
Nasıl kabul ediyorsun, nasıl katlanıyorsun.

Bugün cevaplarımı aldım işte Ayda Aksel'in kocasından.
Ölüyorsun.
Ölüyorsun ve artık onca hayal, plan, mutlu an, hepsi senin kontrolün olmadan gidiyor.
Hiçbir şey, hiçbir şey yapamıyorsun, sevdiğin anları geri almak, yaşamaya devam etmek için.
Ölüm benim için şaibeli bir konu belki ama hissedilen gerçeklikte o kadar vuruyor ki insana.

Ben de ölüyüm işte,
ve bu kadar ölüyken sevgilimin ölümüne katlanmaksa gerçekten çok acı.

TRAV-MA

Bu kızgınlığı içimde taşımayı hiç sevmiyorum.
Vücudum ağır geliyor ruhuma o zaman.
Külçe gibi, kocaman, işe yaramaz bir kütük gibi.
Evet kendim yapıyorum ama nasıl değiştireceğimi bilemiyorum.
İyi şeyler mi düşüneyim.
Neyi mesela, o kadar gereksiz ki o iyiler şimdi.

Nedenleri çok mühim değil, ateşleyicilerin işi zaten bitiyor bir süre sonra.

Travmalar iyidir değil mi, büyük aydınlanmalara giden yollar hep travmalarla açlır.
Ama yine de bilmediğimi bilmemeyi tercih ederdim.
O zaman herşey çok kolay, çok çabuk olurdu.
Şimdiyse ağır ağır, acıta acıta geçiyor zaman.
Akreple yelkovan batıyor ayrı ayrı, ruhuma.

Hoş depresyonunu seviyorum.
İnsansı terbiyesizliğimi dışa vuran en büyük şey aşk acısı değil mi.
Kendimden anlayışlı olmayı, empatiyi, düşünceyi falan beklemediğim tek zaman bu.
Neyimin aşk acısıysa o da ayrı, benim bir -mış gibi yapasım var da ondan.
Dinlenme gibi. Nefrete de zaman ayırmak gerek yoksa yeniden nasıl seveceğim.

İŞTE BÖYLE

Kızgınım, hem de çok.
En az üzgünlüğüm kadar.

Kimseye iyi davranacak halim yok.
Eğer ki hak-hukuk meselesiyse bu, benim hakkım var tam da şimdi kimseyi sevmemeye.
Sizler; küçük götler, hiçbiriniz zaten haketmediniz iyi davranılmayı tarafımdan, sadece hoşgördüm acemiliklerinizi, ama onu bile anlayamayacak kadar küçüksünüz yavrularım.
Umurumda bile değil bundan sonra yediğiniz haltlar,
tıpkı bundan önce yediklerinizin de umurumda olmayışı gibi.

Mutlu olduğunuza eminim şimdi çünkü zaten ne demek olduğunu da bilmezsiniz siz.
Hiçbir zaman sevmediniz dünya üzerindeki herhangi bir şeyi.
Mutlu olduğunuza eminim çünkü bu kadar sizin bildikleriniz. Bilmediğinizi bile bilmezsiniz.
Keşke dinlediğiniz ufacık bir müziğin sadece bir köşesini anlayabilseydiniz.
Yok ama yüzeysel özentilik denizinde yüzmek yeter size.

Çabalarımı bile küçültecek kadar küçüksünüz,
oysa ben kimseyi boyutlarına göre sevmezdim.

Kızgınım, hem de çok.
Kendime en çok.
Bile bile, yine de size verdiklerim için.

Geçecek kızgınlık, üzüntü gibi.
Ama şimdi çok kızgınım.

İsteyenler olduğuna eminim,
kardeşim yeni evlendi ya, kınası var evde hala.
Şimdi rahatladınız, kınanızı da ben vereceğim.

22 Temmuz 2010 Perşembe

öööööffffffff

Annemin bahçesi tamamlandı.
Galiba rakı açılışını ben yaptım bugün.
Dün deliler gibi istediğim fakat elde edemediğim semizotu salatası, rakımın yanında duruyor şimdi, tamamen tesadüf!

Şu an herşey istediğim gibi.Keşke biraz daha rakım olsaydı.
İnsanım ben hala,
hiçbir zaman istediğim gibi değil herşey, ya da herhangi birşey.

Sigarayı bıraktığımdan beri, içkiye direncim düştü, aram da bozulmuştu gerçi
ama düzeltiyoruz yavaş yavaş...

o kadar çok kişiye ihtiyacım var ki,
Selman ustaya mesela hayvan gibi ihtiyacım var.
Uygar'a ihtiyacım var benim.
Elif'e ihtiyacım var.

Bir kendime ihtiyacım yok.
Bu aralar o kadar sıkıcı ki
hayatımdan defolup gitse ve bir daha geri gelmese pek makbule geçecek.

HOMER

Böyle zamanlarda daha da özlenir oluyor benim için neverland...
var olmayan bir yerde var olmamak istiyorum çok.
Duygumu özlüyorum, istemiyorum ondan vazgeçmek.
Hoş zaten geçemiyorum da.
Her an, içimi kemiriyor, sanki kalbimden çıkan böcekler mideme kadar kemirip içimi boşaltıyorlar.
Marifet.
Yalnızlık.

Kimse bilemez ki nedir, kimse ben değil.

Kabul etmeyeli çok oldu, olanı.
Değişim arzusuyla tanışalı da.
Bencilliktir belki, herkesin doğrusu kendine mi gerçekten.
benimkiler bazen başkasına gibi de geliyor.

Dün tanıştığım tatlı oğlan,
sanki bana, kendime söylediklerimi söylemek için gelmiş gibi,
yanan enerjisiyle ne güzel dillendirdi.
"Canını acıtacak belki ama bunu söylemem gerek: Belki şu an çok mutludur o. Senin ne yaşadığını bilemez, hiçkimse bilemez, bilsek de zaten bize ne ki. Sen biliyorsun ne demek olduğunu. Yani sadece kendine yapıyorsun."

Gerçekleşmeyen hayallerine yenilmiş birisiyim.

Ve biliyorum çok sıkıcıyım.

İnsan insandan vazgeçer mi derdim,
cevap defalarca yüzüme çarptı.
Artık reddetmemem gerekir.

İnsan kendinden vazgeçer mi?
anlıyorum ki benim geçmem gerekir.

20 Temmuz 2010 Salı

NATURE BOY

Kardeşim evlendi benim.
Gözleri de kendileri gibi ışıl ışıl aşkla parlıyordu her ikisinin de evet derken.
Davetiyelerine eklediğimiz o güzel cümleyi karşılıyordu ikisi de.
Her ne kadar şarkının kendisini dinleyememiş olsak da, (eğer içmeye vakit bulabilseydim rakımı) kadehimi o cümlenin bu taşıyıcıları için kaldırmak isterdim.

NAT KING COLE'dan dinleyin:

There was a boy
A very strange enchanted boy
They say he wandered very far, very far
Over land and sea
A little shy
And sad of eye
But very wise
Was he

And then one day
A magic day he passed my way
And while we spoke of many things, fools and kings
This he said to me
"The greatest thing You'll ever learn Is just to love And be loved In return"

BALIK BANA

Şimdi hava çooook sıcak Antalya'da.
Yanıyoruz yani o kadar, cehennem ateşi (çok gördüm de ben).
Deniz de bir halta yaramıyor kardeşim, giriyorsun, belli değil suda mısın dışarıda mı.
En iyisi buza yatmak gibi geliyor bana
Sıcak pıtır pıtır dökülürken vücudumdan su diye,
kendimi bir balığın peşinden kutuplara vurasım geliyor.
Şöööyle uzansam buzlara, kulağımda hafif bir müzik, sakin sakin.

Sonra uçsam balıkla, balık bana, balık ben.

GEVREK

Bir taraftan Jülide Özçelik dinlerken, bir taraftan Bülten hazırlıyorum:
onu oraya mı koysam, bu karakteri ve bu rengi mi kullansam,
acaba resimleri nasıl yerleştirsem falan derken birden aklıma geldi:
Güzelim ruhum Elif KIZIL ile yaptığımız kısa neverland tatminimizde,
memed abinin mükemmel salatası eşliğinde rakı içerken,
Alp-Perihan sevdiceklerim aracılığıyla elimize geçti;
Echo Bar'ın yanlışlıkla Haziran yazılmış Temmuz ayı programı.
Akın Eldesler, Bület Ortaçgiller, Sibel Köseler
ve işte
mevzunun aklıma gelmesinin müsebbibi Jülide Özçelikler
derken, bizim kaçamak günümüze DJ Performancelar denk geldi, gitmedik.

Neyse ordan kelli aklıma Echo Bar'ı o küçücük yerde yürütmeyi başarıp,
kocaman bir performance hall haline getiren sahibi,
kardeşimin küçüklüğünden Mesut Halası geldi (Ailecek pek severiz kendisini.).
Bütün bu güzellikleri benim varolmayan cennetime taşımayı başaran, nice yıllar,
herkes dayanamayıp kaçarken medeniyete,
cennette-ona ait olduğunu kanıtlayarak yaşayan Mesut hala.
Sonra onun o entelektüelliği geldi gözlerimin önüne;
ölçülü, saygılı, en taşkınlığı bile büyük bir incelikle ve derinden yapar halleri geldi.

Sonra da kendim geldim.
Kesinlikle bu entelektüel kişilik profiline uymuyorum ben,
bir entelektüel olamayacak kadar çingen tavırlarım var.
Sakinlik hak getire,
sanatta hiç sevmem sanat sanatçılarını,
daha bir gevrek insan havası var bende.
Efendim bir az ve de öz konuşmak, asil davranmak falan hiç yok, hiç.

Gıpta ediyorum valla, ve biliyorum ki bu, olgunluk, yaş ya da zaman meselesi hiç değil. İnsanın özünde var o. Mesut'un da gençliğini biliyoruz, o zaman da yoktu çingenlik kendisinde (şimdi çingene dostlarım alınganlık etmesinler zira o neşeli, güzel tavra ayrı bir hayranlığım var).

Aklıma geldi işte, pay edeyim dedim. Bu sana, bu bana.

19 Temmuz 2010 Pazartesi

END TITLE

Ne olursa olsun, ne yaşanırsa yaşansın, ne kadar acıtırsa acıtsın,
müzikle arama duvarlar örmem...
Söz uçar, müzik kalır.
Acı biter, müzik kalır.
Aynı müzik acıyı hatırlatırken, geçtikçe tatlanıverir.
Hatırlattığı anılar silinir, hayaller gelir.

Olmayan zaman, olmayan gerçekte geçiverir, doğru.
Var olan, yok oluverir.

Ama hepimiz ölücez,
belki çok çabuk,
hala aklımızda laflar varken söylenecek...

O kadar yakınıma geldi ki ölüm, hiç yok olmuyor.
O yüzden nefesim tükenene, değerim silinene kadar
söylüyorum içimdekini,
onun bunun yüzüne, senin yüzüne.

An-ı silinir, merak etmiyorum.

Teşekkürler...

18 Temmuz 2010 Pazar

SİNİR ANI

Elimde değil, dilime hakim olayım:

İyi insan nedir bilmiyorum, kuşkusuz göreceli, kuşkusuz tanımlanamaz.
Genel yargılar var daha çok, onlara göre iyi-kötü oluyoruz.

Peki ya kendini iyi diye tanımlamak ne demek.
Bence biraz içeriğini çürütüyor o.
Ben de yapıyorum bazen, ayırmayayım kendimi.

Ama kendini iyi zannedip de;
kendinden başka kimseyi düşünmeyenleri
kendini bir grubun başı ilan edip, ona buna hükmedenleri gördükçe çileden çıkıyorum.
Hangi hadle acaba kendini bir halt zannedersin, sözde dostum, yalan cinsdaşım.
Eline verilen sevgiyi, saygıyı
alıp da hangi hadle kendini sözde yücelere çıkartmak için kullanırsın.

Acaba daha ne kadar duymayacaksın,
kendin olmanın sana verdiği rahatsızlığı.
Yarattığın etkilere verilen tepkiler, elbet kaybeder etkisini
zaman geçer belki ama yok olur gider.

Ya senin yastık kardeşim,
Etkin hep içinde.
Yastığa koyduğun kafan her seferinde daha da çirkinleşecek.

Hiçkimse o kadar masum değil kardeşim.
Kendine söylediğin yalanlar gün gelip bitecek,
ya da seni yiyip bitirecek.

Çok geç olmadan dön bak derim,
sana yemin ederim
hiçbir edinim, hiçbir para, hiçbir güzellik
seni benden daha büyük yapmayacak, beni senden yapmadığı gibi.
Demiyorum ki hata yapma,
egodur yenilirsin,
Ama gözünü açık tut kardeşim, başkasına değil, kendine.
Özür dilemek seni daha küçük yapmayacak ne de olsa.

ÇÜRÜK

Diyecek lafım yok kimselere artık.
Söylemekten, göstermekten yoruldum.
Elindekinin değerini bilmeyen onlarcası,
kaybetmenin acısını diri diri tadacaklar ne de olsa.

Birbirinin, sadece birinin üstüne çıkmaya, kazanmaya çalışanlar
ödüllerinin pişmanlığını, yastıklarında duyacaklar.

Ağzımdaki kekremsi yalnızlık,
içkimle yok olup gidecek.
Ben alkolik olacağım,
dünya terk edilmiş.

17 Temmuz 2010 Cumartesi

Yoksa Yok mu

Birinin korkaklığı, diğerinin acemiliği.
Sebepler ve sonuçlar.

Birinin sessizliği, diğerinin bilgisizliği.
Sebep olanlar, sonuç olanlar.

Dilencilikten ölürüm galiba ben, gün gelince.
Dilencilik de ölebilirdi belki, ama kendimden vazgeçmeyecek kadar inatçıyım.

Birinin verdiği müzik diğerinin acısını hissettirirse...

Sebepler, sonuçlar.

Yaşam ne demek bilmiyorum.

SOKAR DİYE BALIK VAR

onlarca giriş yapmışım, milyonlarcasını yazasım var.
Ne çok şeyle derdim var.

Sanırdım eskiden; derttir insanı zenginleştiren.
her gelirin bir gideri var galiba.

Kutsal denge..

Yok olanlarla yok olmayı da marifet sanırdım.
Güzellik budur,
değildur.

Ona daha çok aptallık deniyor galiba.
Belki de aptalla aptal olmak.

Çocukla çocuk, aptalla aptal olurum,
Üstelik itinayla yaparım bunu.
Demek ki akıllıyla da akıllı olurum.

Ama böyle dengeyi bozuyorum.

Aptalla akıllı, çirkinle güzel olurum.

Her zaman dengeyi korurum.
Bu zamana kadar giren girdi, bundan sonra sokan olurum.

14 Temmuz 2010 Çarşamba

SAZAN BENİM

Acıtmışlar, acıttıklarını unutmuşlar, acımaktan dert yanarlar...
Oysa anlamam acıtmaktan bile bile, kimsenin üstüne yıkmam kendi acımı da,
ama
aynı hikaye
söylerim de anlatamam.
Çağrışımlar, çağrışımlar...

Hoş yanlış anlamayı da ayrı severim ben.

Onu bunu geçelim.
Hikayeler, hikayeler...

Sazanlığım ayrı hikaye.
Herşeyim herkeste...
Oysa ellerinde tutmayı bilirler hayatlarını, kendilerine saklamayı...
Önemsiz olaylar, paylaşılmaya değmezler.
Ben sanırım ki herşeyi paylaşmam gerek,
başka bir yerde duyan kulaklar,
kendini dışlanmış hissetmesin.

Çok düşünürüm ben, çok düşünürüm sazan gibi.
Salak gibi.
Es geçeyim, boşvereyim.
Gün gelip de giderken,
Sorsunlar nedendir.
Nedeni baştan beri bellidir derim.

25 Haziran 2010 Cuma

HŞŞŞŞŞ

Coşmak yoruyor insanı.
Yorgunum biraz.
Sakinlik istiyorum.
Yavaş yaşamak istiyorum herşeyi.
Yavaş derken, sündürerek demek istemiyorum, sakın.
Ağır çekim.

Esinti güzel, yine Ekim hava.
Çalışmak da olmasa,
yaşanılabilir bir yer olabilir belki dünya.

23 Haziran 2010 Çarşamba

+ -

Gündüz bizi kavuran hava
akşam başka bir kimliğe büründü.
Ekim oldu biraz.
Yağmur yağdı hafif, bulutlar esintiyi getirdi.
Tam, yumuşak müzikler dinleyip, sıcak kahveyle kitap okuma havası işte.

Sigara içmediğimden beri kahveyle de aram bozuldu,
artık o kadar sevmiyoruz birbirimizi.
Hissini çok istedim bu akşam eserken rüzgar,
ama bıraktığı tat hoşuma gitmedi pek, düşününce.
Belki de bana hep, artık sevmediğim arkadaşını hatırlattığı içindir.
Birşeyleri birşeylerle böylesine bütünleştirmek iyi değil belki de.

Ama insan hep başka bir insanla bütünleşmek istemiyor mu?
bütünleşip sonsuza kadar mutlu yaşamak...

Bildiğimiz ve algıladığımız düzen aleminde
pozitife anlam verebilmek için negatife ihtiyacımız var.

Demek oluyor ki;

Ayrı düşmeden bütün
mutsuz olmadan da mutlu olamayız

O zaman her hali sevmek gerek, ucunda olabileceklerden de ötürü birazcık.

O zaman ayırmam gerek kahvemi, kimliği belirsiz sigaradan.
Dumanı üstünde, kokusu burnumda olsun yeniden.

21 Haziran 2010 Pazartesi

ZAMANSIZ

Yemeden, içmeden, konuşmadan, gülmeden
Yaşamadan kesildim bir haftadır.
Aşk meşk işleri
insanı vezir de eder rezil de.

Geçerdi elbet.

Ama bu durumda geçmesi beklenmezdi.

İki ruh birbirine değdi mi,
yok kardeşim çaresi yok.
Arasına ne koyarsan koy,
insanın kendisini koy,
yine de baş edemezsin.

Orada herşey anlamsız artık.
Sesler, sözler, insanlar...
başka herşey anlamsız.

Sevgilim işten gelmiş, yorgun argın yemek yiyordur şimdi evinde.
Sevgilim işte...

17 Haziran 2010 Perşembe

BU KADAR

O kadar,
düşman olacak
sidik yarıştıracak
kin besleyecek
halim yok ki.

Üzgünlüğüm başka.

Sakınmam gerekir belki sözleri
ama
yapamam.

Dünyadan neyi sakınmışım ki sözümü sakınayım.

Geçer, bu da geçer.

16 Haziran 2010 Çarşamba

NOBODY

Kulaklarıma dolan müzik benimmiş gibi yapsam ne olur.
Ona göre bir hayat kursam mesela.
Anılar yaşasam.

Sansam ki burda değilim.
Sansam ki ben değilim.
Başkası hiç değilim.
Hiçkimseyim.

Görünmez, duyulmaz, yaşanmaz olsam.

15 Haziran 2010 Salı

MÜZİK BANA

Bir hayatın tam anlamıyla çekilebilir olması için içinde bazı taşların bulunması gerekir.
İniş çıkışları
Aşkları acıları
çiçekleri böcekleri
dostları (sadece dostları)

Bir müziği olması gerekir hayatın.
Hayatıma müzik yapacak birini arıyorum.

YANRI

Bütün yan etkilerini gösterdi Lustral, maşallah birşey esirgemedi.
Çok yorgunum.
3 gün uyusam.
ne rüya, ne gerçek.

BOŞ

Ruhta vurdumduymazlığa ihtiyaç var.
Arada boş da vermek lazım ya,
düşündüm, taşındım,
baktım nefes de kesildi iyice,
anksiyeteden öldürmeyim dedim kendimi
vardım bir eczaneye,
ucuz antidepresan gibisi yok.
Reklama giriyorum 50 mglık Lustrali çaktı mı insan
içi boşalmasa da boşalmış gibi geliyor.
Hazır zaten yaşadığını sandığı herşeyin MIŞ gibi olduğunu öğrenMİŞ gibiyken
buna da alışıyor beden.

Güzel müzikler güzel sözler yazdırır.
Bende pek yok bugünlerde ya kusuruma bakılmasın.
Hatta öyle günler ki
biraz kusuruma bakılırsa bakılsın.

Yetti incelikler, düşünceler.

Hastalıklı beynimi tedaviye başladığım gün,
Yok saymayı da öğrendiğim gün olsun umarım.
Sonuçta sayınca da yok olabilir bir yere kadar herşey.
Gerçi varlık bir şaibe biliyoruz da
adıyaman meselesi gibi
gerçeklemeden var gibi davranıyorum
bütün tepkimeler adıyaman varMIŞ gibi.
Hayatımı da öyle yaşıyorum ben
İyi bok yiyorum tabii.

gitsin herkes kafamdan
Lekesiz Zihnin sonsuz gün ışığı...

14 Haziran 2010 Pazartesi

O dedi, Bu dedi

vapur var, tır var.
Ulan tren diye birşey var.
Bu blog işi büyük özgürlük kardeşim aklına ne gelse yazarsın yani.
Düşün bak, o vapurlar trenler falan böyle donen bişeyin dış yüzeyinde gidiyolar
yine de düşmüyolar. yerçekimi diye bişey var.
Tabak diyo ki yazdığını okuyunca köşeye pısıp ağlamak istiyorum (pısıp demiyo o da eylem o yani). bunu derken hani bir kızgınlığın var belli ona yazıyosun diyo.
Ben de diyorum ki e bu yaşam.
Yaşamasam neyi yazayım.
Güzelin yazılacak bir tarafı yok pek,
açıkçası etrafta pek güzel bir olay da yok yani.
Gerçi geçen benim herif bana Fight Club DVD'si aldı o hakkaten çok güzel oldu
ama sonra öğrendik meğer benim herif yalan dolan adamıymış,
ee Fight Clubın güzelliği de bi eksiliverdi tabii.
Yani buradan rahatlıkla çıkarabiliriz ki
insanoğlu illa ki bir eliyle verirse öbür eliyle iki katını alır.
E bu çıkarımla da yine insanoğlu olacak itoğlu itin ne menem bir lanet olduğunu anlamış oluyoruz.
Şimdi tabak diyo ki bir kızgınlıkla yazıyorsun.
Ama kardeşim kızgınlık aklıma etkili cümleler koyuyor.( ben beğeniyorum valla)
Buradan da çıkarabiliriz ki dünya üzerinden bir kaç yüz insan aynı anda beni çileden çıkartırsa alim bile olurum alimallah. Yazarım da yazarım.
Ulan hazır yazmışken iyice bir ağzıma sıçılırsa valla çizerim bile.
Yo yooo, öyle değil. Elbet bende de dingillik var.
Annemin de dediği gibi
gördüğünü söyle
anlamıyorsa salla
Anam bir sallamayı öğrenemedim ya ondan kelli inat ediyorum,
tabii burcumun koç olmasının da bir etkisi olabilir.
Neyse yatıyorum ben.
Ben düzenli olarak yatıyorum zaten yani yatarım.
Yatağım da kocaman valla bilgisayarımı (ki kendisi pek tatlıdır) keanara koyarım, yayıla yayıla yatarım.
Düzenli çalışan insanın düzenli uyuması gerekir. Mesela hergün..
Haydi hep rüya görün. Sonra onları gerçek sanın.
Sandıklarınız gerçek olmasın sakın.
Gerçekler sanrı.

ŞEYTAN

masumiyet kelimesinin ardına gizlenmiş kuyrukları var şeytanların
yalanlarını başkalarının üzerinden temizlemeye çalışırlar.

13 Haziran 2010 Pazar

Bu da böyle oluversin

Neyse kovulana kadar devam...

Şimdi ben bok gibi bir insan olduğumdan
bütün kötülüklerinizi üzerime yıkabilirsiniz.

Hayır eğer kötülük etmek isteyip de kimin üzerinden yapacağını bilemeyen varsa
adres gösteriyorum buyrun gelin.

Söz gelimi,
aman gelmeyiversin söz.

Yerim sözünü, bu güne kadar geldi de bir halta yaradı sanki.

Söz beri, söz geri.
Herneyse
Şimdi ben böyle it bok konuşuyorum ya beni kovarlar mı bloggerdan??

Heheyyyttt beeee

Efendim bundan sonra ne yapıyoruz;
Yalanlarımızın yüzümüze vurulmuşluğuyla acı içinde kıvranırken,
haklı çıkana yaşattığımız vicdan rahatlamasının da işkencesini çekiyoruz.

Acımız dinince de artık ne bok yersek yiyoruz.

KUYU

Dilimde tüy, elimde derman kalmadı gari, konuşayım, yazayım.
Ne bok yerseniz yiyin ulan.
Yok kuyu muyu önünüzde, yürüyün.
Yalan söylemek
bencillik
kendini bilmezlik
hatayı görmezlik

hepsi de iyi şeyler.
Yapın.

6 Haziran 2010 Pazar

NOT

Sevgilimle krizimiz geçti
içimdeki acı, gözümdeki yaş da dindi.

Az önce dillendirdim, paylaşayım:

İnsan kaba etlerine kazığı yiyince
eline de bir gaz geliyor.
Yazdıkça yazıyo ya o zaman
Valla bomba gibi oluyo.

5 Haziran 2010 Cumartesi

EYVALLAH

ohhhhh valla yazdıkça kendime geliyorum kardeşim.
İnsanın elinde böyle bir güç olduğunu bilmesi kaymak gibi birşey.

Kendime geliyorum ama,
şimdi güzel bir aşkın bitişini de az acıyla süslemek,
hakkını vermek lazım.

Hoş aşk hiç biter mi!
onu paylaşma süreci bitiyor işte insanın,
sonra paylaşmadıkça unutuyorsun aşık olduğunu
Eee boşa dememişim paylaştıkça artan tat diye.
Sağlayalım; paylaşmadıkça da azalır o.

Güzel, güzeeeel,
düşünmezsen, fark etmezsen
yoksunluk da çekmezsin.

Dünyanın etrafını sarmışken düşünmemek
aşkı bundan mahrum bırakmak olmaz zaten.
Eyvahlar olsun
Eyvallah olsun.

KISA KISA

Alper hep "kısa kes, okunmuyor" der de bi seviyorum lafı gevelemeyi.

Kısa kesiyorum.

Bu Flash Forward ne güzel dizi lan.
Bir de Coldplay 42 hayvannnlarrr gibi güzel kardeşim.

Bir de ben hakkaten ne malım lan.
Daha önce de belirttiğim gibi:
Düşünüyorum öyleyse malım.

Bir de şunu söylemeden edemeyeceğim.
Anı yaşamak demek
vallahi de billahi de
o anın hep güzel olması demek değil.
Sadece kendi isteklerine göre hareket etmek demek değil.
Bunu böyle anlatan dile de öyle anlayan akla da yazıklar olsun.

Yaşadığın anın farkına varmak demek o.
FARKINA VARMAK demek.

Deneme bir - kiii

Kendime acıyarak, kendimi acıtmaktan vazgeçip, durum değerlendirmesi yapayım diyorum,
yani yerse...

Deneme 1:
Şimdi bu insan dediğimiz mahluk
başına güzel birşey geldiğinde bir heyecanlanır
ya da belki heyacanlanınca başına güzel birşey geliyordur
Neyse netice itibariyle güzel olur işte.
O zaman her şey de güzel olur, dünya güzel olur, yaşamak güzel olur falan filan.
Tabii kimi için herşey zaten güzelse o zaman bilemiyorum heyecanlanınca ne bok olur.
Nitekim benim için o kadar da güzel bir yer değil bu yaşadığımız yer-gök.
Bir kere üzerinde hırsından ne halt yiyeceğini şaşırmış insanlar da yaşıyor.
Bilmem kaç kişiyi öldürdüğü için ödüller alanlar, ödüller verenler var.
Nefesi kirletenler, ağacı sökenler var.
olmadı galiba.

Deneme 2:
Herşeyle birlikte, yaşamak güzel ama,
çirkinlikleri güzelleştirmek için çabalamak, ruha çiçek ekmek güzel.
O yüzden sever insan yaşamayı da, ay ya da ben.

Değerlendiriyorum.
Benim etrafımı güzelleştiren şeylere alışık değilim ben.
Galiba afalladım.
Yanımdaki güzel olunca bana çirkinlik kaldı sanırım.
E maşallah onun da hakkını verdiğimi düşünüyorum.

bir de

unutmuşum,
birinin sevgilisi olmak nedir, nasıl birşeydir ne yapılır.
başlatmak ve bitirmek nedir unutumuşum.
Pek bir saçma geliyor.
İnsanın o durumdan çıkması kolay olmasa gerek diyorum.
Öyle ya hiçbirşey yok, sevgilini çok seviyorsun.
Sonra karanlık ve hoooopp aradan geçen bilmem kaç saatçikten sonra
artık rahatça sevmiyorsun.

İnsan insandan vazgeçer mi?

Cevap veriyorum:

Geçer.

Kendisi varken, herkesten vazgeçer.

Değerlendiriyorum ki:

Meğer yaptığım bir başka büyük hata buymuş.
Ben hep vazgeçmez sanırdım.
Kimseyi hayatımdan çıkarmayı beceremedim.
Tutmayı da beceremedim o da ayrı ya.

Gerek de yok galiba.

Bilmiyorum.
kafam karışıyor.
Yüzüne dokunmak ne güzelken bir gün önce
şimdi nasıl oluyor ki bu işler.
İnsan kendini nasıl adapte ediyor.
Feci baygınlık olmuş bende kardeşim.
Düşünüyorum da işin içinden çıkamıyorum.
Hoş bugüne kadar düşünüp de bir işin içinden çıktığım pek görülmedi.

offff geveleme işte, başarısız denemenin, huzursuz gevelemesi.
Kabul etmek güzel şey
öğrenmek gerek.

4 Haziran 2010 Cuma

O kadar öfkeliyim ki kafamı nerelere vursam geçer bilmiyorum.
Bu blogu gülmek için açmadım, istemeyen buyurmasın.

Acıyı ne söker
Neden

kendine kızar insan
kendime kızıyorum
Bildiğim halde yürüdüğüm için kızıyorum
Haklı çıktığım için eşşekler gibi kızıyorum kendime.

offf neyse ya. Yuh artık o kadar da değl değil mi.
40 kere söyledik
seviyorum demekle olmuyor o işler
sorumluluğunu taşımak istemeyenler
bunu söylememeyi nasıl biliyorlar.
Ne de iyi yapmışlar

o kadar öfkeliyim ki
kendime
sırf kendim olduğum için.

ACI

Ölmüşüm de haberim yok dostlar.
Meğer toprağı üzerime küremişler.

Hayatı sadece güzellikleriyle bilenler
körlükten beni de güzel sanmışlar
Söylerken pisliklerimi
Yazarken çirkinliklerimi
Tatlı gelmiş onlara

Kuşku ve korku pisletirmiş dünyaları
serzenişlerim kuşku ve korkudan sanılmış

Meğer ben yine haklıymışım.
Meğer insan sığ sularda da boğulurmuş.

Birileri tarafından inanılan Allah
güzel dünyalarını süslesin
benim gibi zebanileri değil
melekleri çıkarsın karşılarına
Denk getirirse,
sadece kendini başkalarına kanıtlamak için
yerin yedi kat dibinde
ruhumu böceklere kemirtsin.

HİÇBİRİ

Ben
Sen
Hiçbiri

Soru 3:
?

TÜMÜ

Hasret
Tutku
Yangın

Bağla
Paylaş
Böl

Yaşa
Hisset
Öl

Soru 2:
İçinde insan yoksa aşk ne ki?

TÜMÜ-HİÇBİRİ

Yalan
Dolan
Hikaye

Başlar
Biter
Saçmalık

Haklıyım
Haklısın
Haklı
Soru 1:
Aşkın içine sıçmak kimin hakkı?

29 Mayıs 2010 Cumartesi

NEREDEN NEREYE

Zamanlar var için pır pır,
ayrı durmak istemez, her kaprisini çekersin.
Mızmızlıkları tatlı, şımarıklıkları yumuşak, şapşallıkları komik gelir.

Aşk meşk işleri bunlar, insan akıl sır erdiremez kendine.
(hoş insan genelde kendine akıl sır erdiremez ya)

Sesini duymadan güne başlayamayacak olursun.
Yüzüne uyanmak ne de güzel.

Endişeleniyor dersin, ezberlediğin numarasını çevirirsin.
"Sevgilim telefonumu evde unutmuşum"

Sonra bir zaman gelir.
Telefonunu, belki de o an sesini duymak istemediğin için, açmazsın.
Belki yanına almamışsındır ama endişe etmesi seni endişelendirmez olur.

Herşeyin bir ilki vardır.
Sadece iyiyken seni sevecek değilim ya,
kötü de olsan severim ben.

Ama işte o kadar da sevmezsin.

Karşımdaki telefonu açmadı mı öldü sanıyorum ben,
gözümün önünde binbir kanlı hikaye.
Bunu bildim bileli herkese söylüyorum.
Çok seven var kardeşim beni
ama
bugüne kadar bunu bir kere bi tarafına sallayanı görmedim.

Kendimize denk geldiği, hoşa gittiği kadarını seviyoruz işte.
Bizim için birşeyler yapılınca seviyoruz.

Çayı şekersiz içtiğini dikkate almayacak kadar seviyoruz.

Seviyoruz da (ne demekse artık)
Aslında hep bir yere kadar seviyoruz.

27 Mayıs 2010 Perşembe

BELKİ

Kimsenin kaprislerini çekecek enerjim yok. İsteğim hiç yok.
Hoşgörü pınarlarım kurudu.
Damarlarımda akan sevgi yok oldu.
O kadar bıktım ki sevmekten ve sevdikçe değersizleşmekten.

Kimseyi aramam gerekmedi şimdiye kadar,
kimseyi sevmem gerekmedi,
kimseyi hoşgörmem,
kimseye özen göstermem gerekmedi.

Bundan sonra da
YAPAY SEVGİlerinizin YALAN SAYGIlarına boyun eğmeyeceğim.

Kimseyi mecbur olduğum için sevmeyeceğim.

Durup diyeceksiniz ki;
belki pek keyfi yoktur,
belki enerjsi yoktur
belki
LANET OLASICA
bir kere olsun
sizden önce
kendini düşünüyordur.

25 Mayıs 2010 Salı

KIN

İçerdeki tiksinti, dışarıda kaşıntı oldu.
Kollarım çığlık çığlığa.

Merhamet et ruhum
Bedenime merhamet et.

Engelleyemediğim düşmanlığım
iyilik cümlelerinin içinde sinsice nefes alıyor.

Dengem kayboldu.
Kendi ellerimle
kestim ipini.

Yüzümdeki gülücük
içimdeki bulantıyı saklamak için
koca terbiyesiz bir maske

sevmek ne kelime
sinir oluyorum hepinize
Utanmazca birbirinizi kullanmanız sinirlerimi bozuyor
gözünüze sokuyorum terbiyesizliklerinizi
ama
yüzünüz kızarmıyor
o kadar çok gizlemişsiniz ki derinlere,
konuşan ağzınızın gereği insanlığınızı.

Kim oluyorum
Ben kim oluyorum da
böylesine
şuursuzca hakaretler savurabiliyorum etrafıma

Gören göz
işiten kulak
hisseden ruh oluyorum
Akıl oluyorum onu şekillendirebilen

Pisliklerinizi görüp onlara katlanmak o kadar zor ki
Hepiniz kendinizi bir bok sanıyorsunuz
Oysa sizler de benim gibi sadece boksunuz!

24 Mayıs 2010 Pazartesi

BİT

Hayatı kontrol et
Etrafı kontrol et
Paranı kontrol et
aşkını kontrol et

Sorumlu ol tüm yaşamından
Etrafındakilerin yaşamından

tut kendini, ayıp olur öpüşme

tut kendini, ayıp olur didişme

Sakın ha elalemin yanında söylenme
Orda burda dırdır etme
İçinden gelsin ama sadece içine gelsin
her içine geleni dışına verme

Toplum bu
birlikte yaşamayı öğren

uyum sağla
kendini kuyuya bağla
çağrışım yaptı
hiç durmadan ağla
ama evde tek başına ağla

Sev ama söylemekten utan
sevme ama söylemekten utan
bir sev bir sevme ama onu da söyleme
dengesizliğini görmesin kimse
ne o öyle çocuk gibi
büyük gibi
çok büyüğüm

küçüklüğümü gördükçe büyütüyorum kendimi
büyüttükçe küçülüyorum.

Gitmek istiyorum.
Hafızalardan
Yaşamlardan
İnsanlardan
İçim parçalansın
ruhumu dikenli teller sarsın
beynim kanasın acıdan

Bittim ben
Birilerinin kafasında bir bittim.

22 Mayıs 2010 Cumartesi

ATLAS ZAMANI

Herşey hazır.

kulakta beirut...
İçimi dökeyim.
Yok içimde kalsın.
Dışımı dökeyim, derim değişsin, tenimle birlikte ruhum değişsin. İçim değişsin.
Değişimi kabul etmek değişmek için yeterli olmuyor.
Hazırım, değişimi kabul ediyorum.
Palavra.
Kendini beğenmişlik, oturuyor değişimin üzerine demirden kafes gibi.
Bezdikçe kendinden, daha çok seviyorsun, açık görüşlü olduğun için.
Hayat dediğin, kendi kendini beğenip, tam da isteklerine göre kurduğun bir sirkten ibaret.
Yaşamı seviyorsun çünkü kendini çok seviyorsun. Vazgeçtikçe daha çok seviyorsun.

İçelim, içelim... we drink tonight we drink to die.

Ölüme yakın olup, yanından kayalım. Kendimizi almasın elimizden.
Ölüm kadar aşk.

Çenen düşük olduğu kadar elin de düşük.
Konudan konuya geç.
İnsan özgür olmaya mahkum mu edilmiş gerçekten.
Üzerinde düşünürken, kendime baktıkça, kendimce tanımladığım bu güzelim cümleye kendimi kaptırmadan edemiyorum.
Ben şahsen bizzat bir tek kendim.
Herkes kayıp, yok, hiç.
Hiçliğine varmak için benden başka kim gerekir sana.
yok tuzak cümle bu. hiçbir zaman hiç olamayacaksın.

Ne halt tanımlayamam belki ama. Herşey tastamam.
Tası tarağı toplayıp geleyim buraya. O zaman yarım olur diye gelemem.

Yok,
Dünyaya yazık olur diye kendimden vazgeçemem.

Verin elime Puslu kıtalar Atlasımı, hayallerimi gerçek yapma zamanı gelsin artık.

BARDAK TAMAMEN DOLU

hava soğuk,
yanımızda hiç pantolon ya da kazak yok
yatak hava açırdı
mat yok, uyku tulumu yok

Denize giremiyorum, herşeyim hazırdı ama suyu saramıyorum.


Neverland'de!

mayıs ayında sonbaharı yaşıyoruz, renkler, ağaçlar muhteşem
Taşla aramızdakileri kaldırdık, birbirimizi hissediyoruz,
tanışıp samimi oluruz.

Yağmur heryerimizi sarıyor.

21 Mayıs 2010 Cuma

...

Temiz bir dünyayı kirletiyor olmanın verdiği azap var vicdanımda.
O farkında bile değilken, dahası bunu almak için kucak açarken,
ellerine nasıl da koyuveriyorum, sanılan gerçeklerin acımasızlığını.

Hiç incitmek istemiyorum onu,
bilmemek bilmekten iyiymiş gördüm.
bildirmek istemiyorum.

Ama çıkmaz sokak
Gitsen acıdan
kalsan yaşamdan
açılır gözleri

yıllar önce yellow demişti ki:

kötüsün, kötü, kötü...

Kabul etmemek elde mi...

17 Mayıs 2010 Pazartesi

ISTANBUL LOVES YOU

Tek başınayken, yalnızlığa katlanabilir mi insan?

Seni tutacak tek el, kendini tutamazken...

Nasıl yaşanır ki?

Taşkınlıklar olabilir
İçki fazla kaçabilir
Eğlencen hiç bitmeyebilir

Taşıdığın sorumluluk
yüzüne gülümseme,
diline güç
diye yapışabilir.

Çaresizlik,
kollarında kırmızı çiziklere dönüşebilir.

Yalvarırım hatırla:

İnsan, sadece tutan elden ibaret değil.
El gitse de tutmayı bırakacak değil.

15 Mayıs 2010 Cumartesi

GERZEK SHOW

Geçen düşündüm:
Yiğidi öldür hakkını yeme diye bir atasözü var ki belirtmem gerek genellikle kullanırım atasözü ve deyim, ama ne abuk subuk, savaş yanlısı saçma bir laftır o. Ulan herifi öldürmüşsün, daha hangi hakkı kalmış yenecek ya da yenmeyecek. Bir insana böyle bir laf söylenir mi ya.
Öldürme kardeşim yiğidi, oturun, konuşun, orta bir yol bulun, birbirinizi azcık alttan alıverin, bir yeriniz eksilmez böyle yaparsanız.

adam olun lan...

kavga edin,kusun ama küsmeyin gerzekler.
Milletin arkasından konuşacağınıza yüzüne iki laf edecek kadar er olun. Düşünmeye, başkasına söylemeye utanmıyorsunuz da kişinin kendine gitmeye mi utanıyorsunuz. Yoksa tümden sildiniz de çene yormaya gerek mi görmediniz, ulan o zaman başkasına ne diye dillendiriyorsunuz.
İnsan insandan vazgeçer mi.

Utanın ulan...
Kendinizi var sanmaktan utanın azcık...

aman be

Kavga ediyoruz:

Kavga için aranmış kişi: Eğer hiç kimse seni anlamıyorsa belki de sen anlatamıyorsundur.

Ben: ne saçma şey ya. ulan ben anlatamıyorum ya da karşımdaki mal, kulağı sağır, kafası duman, neyse ne. Netice itibariyle gerekçesi ne olursa olsun sonuç aynı. Anlattıklarım anlaşılmıyor. Bir de yanlış anlaşılmaya bir sinir oluyorum. Ne demek yanlış anlaşılmak, sen "a" anlatıyorsun, karşındaki "b" anlıyor. eeee yani anlamıyor seni. Bu laflar hep iletişimsizliğin hafifliğine gitmek için uydurulmuş bahaneler.
Kibar olalım ve anladın mı yerine anlatabildim mi diyelim.
Ben de öyle derim aslında ama gerçekten bir saçma, yani adam ne anlatacağımı biliyor mu ki, anlatıp anlatamadığımı bilecek??
Yersiz kibarlıklar ama yapıyoruz işte. Zaten hiç üzerine düşünmediğimizden oluyor hep bu saçmalıklar.

14 Mayıs 2010 Cuma

BENCE

İnsan hareketlerinin gerekçelerini görmek için kendini,
sonuçlarını görmek için de başkasını dinlemeli.

NE...

İkiyüzlülüğün karası üstüme çalınırken...

Kendini bilmezliğin elleri boğazımı sıkıyor.

Dışlanmışlığımın gölgesine saklanıp
hatalarımı sayıyorum.

Acıdan kıvranıyorum.

Dünyayı taşıyorum sırtımda.
Güzelliklerini dağıtıp
acılarını içime hapsetmek istiyorum.

Acıdan kıvranıyorum.

Anlatamıyorum.

21 Nisan 2010 Çarşamba

YANGIN

Elime alsam rakıyı,
güneşi batırmak için otursam Büyükçakıllara.
Hafifçe eser kulaklarımda neverlandin rüzgarı.
Hiçbir yele benzemez o, tatlı tatlı fısıldar,
haydi bir kadeh daha...

Kaybolmaya,
acıyla kavrulmaya,
sevmeye,
sevip de nefret etmeye,

İçimizi yakar aşk, akan rakıyla, her yudumda, her nefeste.
Öylesine tutulmuşuz ki;
yaşama.

Orda,
bütün yabancılıklardan uzakta,
bütün yalancılıklardan uzakta.
Kimsek o, oysak bu olmuşuz.

Kavgasını etmiş,
ayrılıklarımızı görmez,
bildiğimizin üstünü örtmez olmuşuz.

Hal böyle olunca ne denir ki başka,
Kaş bir tek neverland bana...

Özledim Usta.
Denizler getirsin seni geri,
elimizde kadehler, dinle bıkmadan beni...

19 Nisan 2010 Pazartesi

DUMANA VEDA

Yok bıraktım.
Geliyor, kovuyorum.
Kaç kere kovulacak,
sonunda o da bıkacak.

Karşımda öylece durmuş bana bakıyor
Çağırıyor sinsice.
Ama yok.
Sevmiyorum artık onu.
Yanımdaki halini seviyorum, özlüyorum ama
içerde bıraktığı izi istemiyorum.
Beni içten içe çürüten nefesini sevmiyorum artık.
Onu sevmenin bana bu kadar zarar vermesini sevmiyorum.
Onu istemediğimi düşünerek sadece onu düşünüyor olmayı hiç istemiyorum.

Yok sayıyorum onunla olmuş olan bütün ilişkimi,
Duyduğum bütün sevgiyi,
Beraber içtiğimiz içkileri...
Yeni günler, varlığını hiç hatırlamadan geçecek.
Saymayacağım, dokunmadığım günleri...
Aramızdaki herşey bitti artık.
Bir yabancı gibi.
Tadını unutuyorum şimdi...
Hiç anmayacağım güzelliklerini.

14 Nisan 2010 Çarşamba

DELİ

Özgürce dans etmek isterdim.
Bir gün orada, bir gün burada.

Genel gerçeklerin içine tıkılmadan,
tıkıntılarımın hesabını tutmadan yaşamak isterdim.

Genel gerçekler değil, gelir geçerler olsun hayatımda.

Suya dokunmak,
üşüyeceğimi düşünmeden,
aslında hiç düşünmeden.

Dertleri dert etmeden,
Nefesi es geçmeden...

paradokslarıma hapsolmuşum ben,
özgürlüğümün hayalini kurarken
elimden alıyorum onu...

En çok sokak köpeklerini kıskanıyorum,
bir de kedileri...
Ben köleliğime adım atarken,
adamlar güneşe vermiş
yaydıkça yayıyorlar ya,
Deli oluyorum o dakka,
kıvrılıp yanına yatıveresim geliyor da
deli derler diye yapamıyorum...

YETTİ

İnsan sıkışır ya bazen, kendi çelişkisinden, kararsızlığından değil ama verdiği kararın doğruluğunu sorgulamaktan, ya da kararının çektirdiği vicdan azabından...

Kendimi bilirim,
(hoş bazen bilmezlikten de gelebilirim.)
anlatamamak sıkıştırıyor insanı,
kendi kendine, kendinden vazgeçmek de sıkıştırıyor.

Birini sevmek için neleri feda edebilir insan?
Kendini de edebilir işte.
Hoş, varlığını feda etmek mesele değil de,
yokluğunu da edebiliyor demek ki.

O kadar güzel ki benim sevgilim, onu severken acı çekmek beni acıtıyor.
Bunun sadece benimle ilgili olduğunu anlayabilir mi acaba?

O kadar seviyorum ki onu,
yok ölçütlendirmek değil bu.
Başka seviyorum işte...
Dünyanın içindeki herkesten, herşeyden, hiçbirşeyden, başka.
dengeyi mi bozuyorum, bozuluversin bir de benim için madem.
Başkaları sevmeyerek yeniden oturtuyorlar nasılsa yerine....

13 Nisan 2010 Salı

YAPRAK

Dedim ya şaşırıyorum, şaşkınlıktan doğru düşünemiyorum artık galiba ya da doğru yazamayadabilirim, bilemiyorum.
Çok da önemli değil.
Çağrışımların neler olabileceğini bilmeden yapılan hareketler,
özden gelen birliğin mesajı mıdır acaba.
Yoksa senin denk getirdiklerin, sana denk gelenler, yani işte denk mi gelir acaba?
Çok anlaşılır olmamış olabilir ama zaten kim kimi kelimelerden anlamış ki bugüne kadar.

Akan yaş, mutluluğun verdiği anlaşılmazlıktan galiba.

Bütün benliğiyle beni seven sevgilime, varlığı için teşekkür etmemek elde mi..
Onu görebildiği için kendime teşekkür etmemek...

Korkuyorum ya biraz, kendimden değil ama insanlığımdan...

Kimin ne zaman kim olduğu belli olmuyor gerçekten de...
Yaprağı bana getiren elleri, kaybettiğim yaprakları hatırlatırken, kaybetme nedenimi bildiğimi mi anlatmak istiyor acaba kaybederken.
Yoksa şimdi mi bu anlamı taşır oldu kaybedilen yapraklar.
Kayıp yapraklarımı da severim ben,
çünkü bir tek onlar sayesinde kaybetmemem gerektiğini öğrendim....

12 Nisan 2010 Pazartesi

Gribal enjeksiyon

Gözlerim içerden büyüdü, dışarıdan küçüldü. Ateş çıkarıyorlar ama rengi yok.
Görünmez ateşler çıkıyor gözlerimden.
Bir parçam bitmişlikle mücadele ederken, kollarım ve bacaklarım teslim olmuş.
Boğazımda kocaman bir düğüm, sesim sadece öksürük.
Kimbilir içeride ne savaşlar var, kimler kimlere kılıç çekmiş.
Hiçbir savaş güzellik getirmiyor işte.
Sonucunda da izini bırakacak, vücutta bir yıpranmışlık daha.

Hele ruhuma bıraktığı,
Ellerimden çaldığı güzel kelimeler,
Aklımdan çaldığı milyon düşünceler,
Zekamdan çaldığı kırıntılar...

Geçer, geçer de tam da şimdi geçmemişken, yalnız olmak koydu.
Şımarası var gönlün, ezberden belki ama var işte.
Yaslanası var ağrıyan başın bir omza.
Kendi yaptığı çorba o kadar çirkin oldu ki bu insanın,
midenin güzel, sıcak bir çorba içesi var.

E olmayınca olmuyor işte...

10 Nisan 2010 Cumartesi

OFF

o ne biçim bir duygu hareketi lan.
ama dedim bi dakkası bi dakkasını tutmaz insanoğlu olacak pisliğin diye.
Bir dakka önce maymunlar gibi aşık olup, bir dakka sonra, ulan ben ne yapıyorum diyebilir.
Dedikçe kendini aşktan dışarı atabilir.
Hemen sanrı gibi gelmeye başlar o maymuni aşk.
uyandım dedi mi bitti işte. Kısır bir çorap söküğü...
Bir tek birşey mi sebep buna, aşkı bitirmek için bir sana uymaz hareket yeter mi.
Bazen yeter bazen yeter sanırsın. Ama ikisi de aynı kapıya çıkar.
Offf sokayım, o kadar güzel ki beirut La llorona en azından aresten çarptıgım adıyla.
Oysa insan insandan vazgeçer mi, vazgeçtiklerim ben biliyordum böyle olacağını der mi.
Ne olmuş, ne olmuş.
Elif'in celallenesi gelmiş, çorabı sökmeye başlamış utanmadan.
Böyleyim işte. Buyum, bu kadar.

Görmediklerim görünür olur bir anda.
İstemem de gözüme batıverir.

kimse heveslenmesin, bu da geçer.
Hareketli bir ruh halim var.
sinirim bozuldu, dertli müzikler dinleyip, ardı arkasına sigara içiyorum.
Laf aramızda bu hali de bir seviyorum. Yaz babam yaz.
Konu dağınık olduysa kusuruma bakılmasın. Bir dahakini okumayıverin.

9 Nisan 2010 Cuma

Nefes Nefese

Dedim ki Sevgilime;
Seni ilk gördüğüm anı hatırlıyorum, hergün hatırlıyorum.

Dedi ki;
alışmadın mı daha.

Alışmadım. Alışmak da hiç istemiyorum.

Çünkü alışırsam şaşırmam...
Hergün şaşırmak istiyorum ben,
heyecanım hergün canlı,
ezberlenmiş aşk olmaz, olmasın bize de..

alışmasın hiç bana.
Şaşırsın benim gibi.

Ellerim ellerinde, nefesim nefesine karışsın...

YOK BAŞLIK MAŞLIK

oldu oldu çok oldu.
İnsanın keyfi yerinde olup, aşk başına vurunca tatlı tatlı,
aklı yetmez, eli kaleme, klavyeye değmez olur.
Kendimden özür diliyorum bunu için.
Söze de gireceğim de nereden nereye gireceğimi bilemiyorum.

İnsan evladı tabiatı itibariyle bir şekilsiz, tabiatsız kardeşim.
Nasıl oluyor da milletoğlu bu kadar dengesizken, psikoloji diye birşey var olabiliyor, onu da bir anlamıyorum hani.
Bir dakkası bir dakkasını tutmaz,
neyi sevip neyi sevmeyeceği belli olmaz,
niye sevip niye sevmediği de hiç belli olmaz.
Bütün dingilliğine rağmen egosu hiç yerle bir olmaz.
Doğa ağzına sıçar yine de onu kölesi sanır,
herşey kendine var sanır, bir tek kendine.

Başkasına verip veriştirir ama,
hergün aynaya bakar da, kendine hiç bakmaz.

Hayır asıl anlamadığım bencilliğinden ölecektir ama,
nasılsa,
ondan ölmez de kalp krizinden, zarttan zurttan ölür.

Duur ben daha çok sayarım ama saymayacağım.

Nefret ediyorum kendimden
insanlığımdan iğreniyorum.
Ama o kadar çelişiyorum ki
yine lanet insanlığımdan umut ediyorum.
Biliyorum bunu sırf insanlığımdan yapıyorum. O yüzden de yüzsüzce kendimi suçlamıyorum ben de, ben olmayanlara atıyorum suçu.
Beni yeterince düşünmeyen arkadaşıma,
Beni yeterince sevmeyen adama atıyorum.
yeterince ilgilenmeyen babama,
yeterince yaşamayan anneanneme,
Yeterince saygılı davranmayan patronuma,
Yeterince uslu durmayan kedime,

Kimin yeterincesi ulan.
Ne yüzsüz, ne terbiyesiz, ne doymak bilmez biriyim.
Varoluşuma şükredip utanmazca, özümden nefret ediyorum...
Onu ben var ediyorum ama elimden gelmezmiş gibi değiştiremiyorum.
Kendimi şiddetle kınıyorum kardeşim.
Ama siz sevgiyle kalın tabii...
Durmayın, aman ha durmayın...

22 Mart 2010 Pazartesi

LET THE SUNSHINE IN...

Keyfim yerinde benim.
Bütün bencilliklerin,
bütün yalanların,
bütün yanlışların
ve
bütün doğruların
varlığına rağmen...

Bahar geldi,
bana da geldi.
Çok iyi geldi.

Dün yüzüme değdi güneş,
içimi de dışımı da ısıttı.
Yumuşacık, ışıl ışıl.

Sonra yüzüme değdi güneş,
Başkası için de toplattı kendini.

Yok etmeden yok sayıp,
Vazgeçmeden yok olmak gerekmiş bazen.

İzin vermeyince insan, bilemezmiş ne getirecek gün.

Teşekkür etmek gerek,
gören göze, hisseden ruha, paylaşılan nefese.

Özür dilemek gerek.
bilmeyenden, bilmediğinden ötürü.

Neyse çok gevelemeden lafın sonunu getirmek gerek.

Benim keyfim yerinde.
Diyeceğim o ki;
valla bana uyar....

10 Mart 2010 Çarşamba

KAİDE

Şu "istisnalar kaideyi bozmaz" lafı yok mu, onu diyeni bir kaşık suda boğasım geliyor gerçekten.
Ulan, arada başka bir durum oluyorsa nasıl kaide olacak o.

Çok iyi bir insansın,
çok fedakarsın,
çok düşüncelisin,
etrafındaki herkesi seversin,
ihtiyacı olana koşarsın,
bilgini paylaşırsın,
ürünü evrene adarsın...

Söz verir ama tutmazsın.
Gecenin köründe telefonu açar ama konuşmak istemezsin.
Karın çalışır, sen yatarsın.
Karın çalışır, sen yersin.
İnsanın emeğini bir çırpıda silersin.
Sevgiyi yerle bir edersin.

İstisna kardeşim bozar bal gibi kaideyi.
O zaman sen sandığın hiçbir şey değilsin.
Diyeceğim yok, gün gelir bencillik de edersin, birden fazla edersin,
ama
kardeşim etkilerini durdurmayı bileceksin.
Yoksa o laf ancak avuntu sana, kendini kandırmak için başka bir araç sadece.

9 Mart 2010 Salı

HANGİ ...

Bir tarafta topraktan ölmüş insanlar,
bir tarafta yüzsüzler.
Bir tarafta açlar
bir tarafta doymak bilmeyenler.

Alın ulan, alın.
Doymasın gözleriniz,
Çıkartmasın içinizdeki nefreti, bencilliği hiçkimse.
Köleniz olsun, sevgiye boğsun, yine de yetmesin size.

Alın ulan, alın.
Götüreceksiniz hepsini gittiğinizi bilmediğiniz yere.
Ruh bozumu bu.
Bu ne çökmüş
Bu ne dengesiz
bu ne saygısız yaşam.
Yaşam mı ulan bu.

Ne oldu aldın o kadar.
Ne oldu ezdin geçtin etrafındaki herkesi.
Saygısızlığınla
kendini bu kadar bir bok sanmakla
ne kazandın ulan bugüne kadar.
Hangi bilgi, hangi sevgi, hangi yaşam.

Seni severdi eşyaların bile
ama
onları kullanmayı da bilemedin, insan!

5 Mart 2010 Cuma

KEYİF

Kaçak keyifler...
Ofis patlatması...

Gönül zenginliği cebe vursa.
O zaman hiç durmadan içerdik.
Ben içerdim, seviyorum içkiyi.
Yeşilaycı değil dolunaycıyım ben.

Hep dolun olsa ay, doldursak bedeni alkolle, aklı fikirle...
Kulağımızda tatlı müzikler, deniz sesine karışsa.
Su olmadan olmaz.
Su; bizi bize döndürecek olan.

Önümüzden eksik olmasa;
Şarap, bira...
Rakıya geçsek,
muhabbetin dibine vursak.
Dünyayı batırsak, çıkarsak.
Düşünceyi evrene yaysak,
kendimize pay çıkarsak.

Bıraksak kendimizi.
sarhoş kafamız suya değerken,
kollarımızı açsak da su olsak gök olurken...

KEŞİF

İnsanlar var, gerçekten şaşırtıyorlar beni.
Hep yeni yeni kutular. Tam işte budur, bu kutudan bu çıkar diyorsun ki, hayır altında o zamana kadar göremediğin başka hediyeler var.
Değişim mi çok hızlı oluyor, biz mi çok hızlı yaşıyoruz da keşfetmeye vakit bulamıyoruz bilmiyorum.
Ama kuşkusuz daha ağırdan almak isterim.
Gömülmeden
bizleri yok eden gerçeklere yenilmeden
birbirimizi tanımaya vaktimiz olsun.
Bu kadar aynı olup, bu kadar farklı olmamız muhteşem.
Görmek için çaba sarf etsek.

Bitirilecek birşey değil ya bu, onu da bir bilsek.
Bıraksak bu işleri.
Daha sakin, yavaş yavaş, sindire sindire...

Kuşkusuz tanımak isterim herkesi, herşeyi.
Kendimden çıkıp tanımak isterim.
Fırsat versek...
Fırsat bulsak...

Her kafadan başka ses çıkar,
Hepsini duysak...
Keşfetsek!
yeniden...

4 Mart 2010 Perşembe

OH BE

Her ne kadar tam olarak hatırlayamasam da az önce söylediğim ve şu anda yazamayacağım cümle ile bu mevzuyu kapattım.
Ama bilen bilir, yine de kesin konuşmaktan pek hazzetmem.
Kendimin aşık halinden bile sıkıldım zaten.
Orjinalimde hiç ağzı yapışamayan bir insan olarak, nasıl bu kadar serzenişte bulunduğuma ben bile anlam veremiyorum.

Serzenişle benlik keşfi.

Ben yaptım. evet ben yaptım.

yatmam lazım bi zahmet.
Ruh uykudan uyandı bedenin dinlenmeye ihtiyacı var.

Mustang Sally.... Ne dans ettik be kardeşim zamanında.
Ben yaptım. evet ben yaptım. Yalnız yapmadım ama....
Dost bildiklerim hala dost neyseki... Yine olsun yine yaparız ohhh...

Gidin, bulun dinleyin Jonny Lang, ne biçim bir adam kardeşim yaa. Uzundur dinlemiyordum, gaza geldim yine, blues tepindi içimde.

Neyse yeter gevelediğim. yatıyorum. Bu da işkence. Dışı boş, içi dolu...

UYKU

kanarsın.
Eminsin.

Uyanış var.
Fark etmek.

Yabancıyım, mışım.
Kandım kendime.
Şimdi kanıyorum.
Acı çıkacak, hasta oluyorum.
Gözlerim kısıldı, yanıyor.
İçim de yanıyor ya, dışa vuruyor.

26 Şubat 2010 Cuma

ÇIĞ

Belediye bilmem neyin birşeyi için, bilmem birşey hazırlamış. Tek cümlesini görüyorum ben kaç gündür.
TUTKU ENGEL TANIMAZ
Kafamda dönüp duruyor cümle, ben de edebilirdim bunu diye.
Sonra Beran'ın facebook grubunun daveti geliyor:Beran@güney amerika.
Ancak ucundan, arada, denk getirebildiğim Neveraland'imin, harika köşesi echo'da oturdugu günlerden birinde karar veren beran, sırt çantasını alıp gidiyor.
İmkanlar zorlanıyor, ayarlamalar yapılıyor.
Tutku engel tanımıyor.

Kıskanıyorum onu.
İsteyip de yapan herkesi kıskanıyorum.
Sanki benim bedenimi,
aklımı kelepçelerle bağlamışlar
da
ruhumun tuttuğunun peşinden gidemiyorum
ya
gideni pek bir kıskanıyorum.

Hiç beğenmediğim gerçekte, dengenin arkasına sığınarak, başarılı bir yaşam sürdüğümü iddia ediyorum ben.
Utanmazca
Gözlerimin içine baka baka
dalga geçer gibi
yapıyorum bunu.

Saat 4:25 sabah.
Bir tarafta Nip Tuck açık. Episode V, Ocean's 13 ve Fight Club'ı izledim bugün.
60 bilmem kaçıncı kez Fight Club. Aynı tutkuyla cümleleri tekrar edip, hak vererek, bombaları bizzat yaparak...

Kendimden şiddetle nefret ediyorum.

Hayatımdaki herşey copy of a copy of a copy...

25 Şubat 2010 Perşembe

YALAN DOLAN

Acıyorum kendime. Canıma da acıyorum, canım acıyor.
Hücrelerde toparlanmış ağrıyı gidermek için yeni yollar keşfetmem gerek. Yazıya verdim kendimi. Kazıya versem bişeyler bulurdum belki. Yazarak bir halt bulduğum yok, kimsenin de bulduğu yok.
Laf salatası, dilber dudağı.
Okan Bayülgen sarıcak adam bulamamış diyor Doğan.
Ben de saracak adam bulayım mı acaba.
Gevelemeden sadede gelme. Sade dondurmayı ağızda geveleme.
Yemekte bir porsiyon beyin rica ediyorum.
Ben bilmem beyin bilir.
Çok şey öğrendim de bir yaşamayı öğrenemedim.
Varlığımdan şüphe ediyorum.
Bir de kazlığımdan.
Zaten onları da pek tanıyamıyorum, kazları yani. Ördekleri sanıyorum kaz,demek ki aslında biliyorum da, sanmak istiyorum.
O zaman kendimi sanıyorum aşık, dum, sanıyordum madem.
Yalan, dolan bunlar.
Kurtuluyorum. Kurtuluyorum. Yalan söylüyorum.
Kurtulurum, geniş zamanda.
Geniş zaman gerek bana.
Ama yok, hiçbir şey için zaman yok.
Zaten zaman da yok gerçekten, kendisi olarak yani.

24 Şubat 2010 Çarşamba

ROMANTİZMA

Kendime engel olamıyorum. Kaydı yayınla-Yeni kayıt...

Ne çok dökesim gelmiş lafları. Öfke besledim ya, bir kaç zamandır ondan olabilir.
Birazcık romantizma o zaman.
Hastalık gibi.
James Blunt. Güzel adam vesselam. Tipik manada değil yalnızca. Müziği de güzel. Sesi de bi tatlı tatlı, hemen karşındaki, ilk adama aşık olasın geliyor. Büyü gibi, ok gibi maşallah.
Dine de düşürüyor galiba adamı, laflara bak vesselam, maşallah. Bir hanem kaldı eksik, gidip yazdırayım madem yeniden, islam diye...

Romantik işleri severim ben.. Böyle sürprizli aşıklar, cesur, fütursuz...
Allahtan (bak şu yaptığıma) onu da gördüm bu hayatta. Off ne görmek hem de, hayatım boyunca unutmayacağım güzellikler getirdi bana. Hoş onu da bok etmedik mi, ettik kardeşim.
İnsanım ya elimde değil, düzenli olarak sıçıyorum bu dünyanın ve getirdiklerinin içine.

Haaa, ama garantisini vereyim ki, dersimi aldım o işten.
Mallıklarımın hepsini geride bırakıp, bedelini de bir güzel ödedim.

Romantik işleri severim ben. Aşık olmayı da pek severim. Dilimi tutmadan, hesabını yapmadan,aşık olduğum adamla yaşamak isterim onu.
Öğrendim ya, paylaştıkça büyütebilirim artık.
Kimseler kusura bakmasın ki
lafı ağzıma tıkmayı, hesap, kitap yapmayı sevmiyorum.
Sevmediğim kadar da beceremiyorum.
Arkadaş yapacak birşey yok, aşık oldum mu, ben ne yazık ki kaçamıyorum.

İşte benim romantikliğim ancak bu kadar oluyor, maalesef.
Romantizma!!
Hastalık gibi....

BOMBA BANA

Kustum.
Serzeniş son bulsun artık. Keyif gelsin biraz da...

Elephant Gun...

Nerde bitsin ulan serzeniş. serzenmedikçe keyfi çıkar mı yaşamın.

Alın bir tane daha.

adam 26 yaşında müziğe vermiş kendini. Ne biçim işler yapmış...

Jim Morrison var...
Herif 27 yaşında öldü ama bizler hala onu dinliyoruz.. Ne laflar, ne hareketler.
İsyan.
Ruh isyanı, beden vurgunu...

Sanatla ifade edelim kendimizi, derdimizi dillendirelim de, insanların da derdi olsun, hep beraber yok edelim derdi. Sonra neye yapışacaksak.

Gerçekçi olalım madem.
Dillendirmeyelim. Zaten derdimizin ne olduğunu da pek bilemiyoruz, karar veremiyoruz. Düşünmekten eyleme geçemiyoruz.
Geçsek de bir halt olmaz, o da ayrı.
Gerçekçi olalım.
Filmi izleyip gidecek adam. Cümlesi "vay beeeaaaa".
Düşünecek, hak verecek.
Ok. Ama sadece hak verecek.
Biz de hak vermedik mi...
We don't need no education..
Ama okula gittik hepimiz. Bizim kadar gitmeyenleri de mütemadiyen aşağılıyoruz.
İzlemedik mi sanki hiçbirimiz "dr. strangelove or how I learned to stop worrying and love the bomb" ya da "Full Metal Jacket" ı.
İzlesin kardeşim büyük komutanlar.
Vay beeeaaa. Şapkayı tak, savaşa devam...

Gerçekçi olalım.

Düşler bunlar, içimize düşmez.

23 Şubat 2010 Salı

AŞK Rev. 1.0

Yazalı çok oldu.
Hiçbirşey yaşanmamış ve aşk sadece bana aitken
herşey daha temizdi...
Sevdiğim adam beni sevmiyor, ya da buna karar vermek istemiyor...
Ben de susuyorum artık.
Yan cebe koyacak birşeyim kalmadı.
Yardımcı rollerde aşık olduğumuz adam ve karmaşık düşünceleri.
Ben ve varlığım (şaibeli) veda ediyoruz.
ben artık sevmesem,
ya da hiç sevmemiş olsam,
ne kaybeder ki adam, değil mi...

Adam kendisiyle hesaplaşmaya giderken
kadın sahneyi terkeder...

AŞK Rev. 1.0

Susmak gerekir.

Sadece hayal işte...

Korkunun ecele faydası var işte...

Geçmişinle, geleceğinle, vur ketleri.
Ket vurmakla da biter aşk.

Cinayet

DÜŞ

Dağım var gidilecek. Giderim,
bütün yabancılıktan uzakta,
kimsesiz,
sessiz,
dertsiz,
umutsuz,
düşünmeden yaşayabilirim.
Cesaretim yok.
Dağım var, Cesaretim yok.

Huzur.
Kendimden kaçmadıkça nasıl yakalayacağım onu.

Değişim.
Hep olsun, olsun da nereye kadar, neden.
Ne geçecek elime, kimin eline ne geçecek benim değişimimden sanki.

Anlamıyorum sofistike cümlelerinden ben.
Basit
Herşey çok basit.
Ama karmaşıkmış gibi davranmak, balıklığından kaçıp insan olmak, düşünmek var ettiriyor kendini.
"Düşünüyorum öyleyse varım" demiş ya adam.
Büyük adam, büyük laf.
Hiç düşünmeden kabul ediyoruz biz de.
Ne çelişki kardeşim.

Düzeltiyorum:

DÜŞÜNÜYORUM ÖYLEYSE MALIM...

Düşünülmeyecek herşeyin üzerine düşünüp, düşünmem gerekenlerden kaçıyorum.
Düşünüp karar vermem icap ederken, kaçmaktan karmaşıyorum.

Kafam karışık benim de, ben de malım işte.

Dağım var.
Abartmayalım yalnız da kalmam orada.
Ama kimse dokunamaz bana, yabancılar uzakta.
samimiyetsizlik, hesap kitap işleri olmadan...
Herkes diyojen, ben de...

21 Şubat 2010 Pazar

DUVAR

Fight club'ı çok severim ben. Bir film, kitap olmasının ötesinde bir düşünce biçimi, bir hareket ve şizofrenikçe bir dost olarak...

2000 senesi, hayatımın travması, herkesin bir travması vardır benimki de bu işte. Yatıyorum tavan dostluğu, göz aşinalığı var bütün siyah noktalarına tavanın...
Aslında yatıyorum değil o eylemin adı galiba, kalkamıyorum...
Kemikleri un ufak olmuş genç bir insanım, acı pek yok, yatmak unutturuyor bir süre sonra bedenin acısını ama ruh, o başka....
Yapacak birşey yok, kimse yok... Ama afişler var.
Tyler Durden bakıyor başucumda her gün, her saniye... Ulan bak bak nereye kadar. İnsan o kadar uzun zaman konuşmazsa dili unutabilir. Konuşuyorum ben. Buraya kadar bir şeyimiz yok zaten. Ben hafif kafayı kırmış sakat bir insanım, duvardaki afişle konuşuyorum, ben de biliyorum onun afiş olduğunu ve o tabii ki bilmiyor. Ama tek başına yapınca o konuşmak olmuyor millet. Zaman gelir afiş cevap verir. Gerçeklikten çıkmak bu kadar kolay. Biraz konuş duvarla, kafası şişer dinlemekten o da başlar konuşmaya..
30 yaşındayım, yatak odası takımı sahibiyim. Şimdi yine var afişlerim, Tyler Durden ve ben... Her an ağzını açacakmış gibi bakıyor bana ve ben, inanmadığım tanrıya, bunu yapması ve beni buradan uzaklaştırması için dua ediyorum.
Umut bitti insanlıktan, duvara yaslanıyorum.
Oysa duvarlar istemezdik biz.
Kurtuluşumun duvardan geleceğini kim bilirdi acaba...

16 Şubat 2010 Salı

BAŞLIK

Bir insan var deli gibi sevdiğim, beni benden daha iyi gördüğünü bildiğim; ona yazdığım bu mesajda yine serzenirken kendime, buraya da yakışır dedim. Hoş yakışsa ne yazar, yakışmasa ne yazar o da ayrı...

BEN BEZDİM

o kadar sıkıldım ki yalancı aşıklardan, yalancı insanlardan, yalancı sanatçılardan. gerçekten ücra bir köşede hiçbiriyle uğraşmadan yaşamak istiyorum. Gitmek gerekiyor çünkü durunca dayanamıyor konusuyorum, çabalıyorum, boşa çıkınca yıkılıyorum.. Yıkılmaktan yoruluyorum. Çocuk gibi kanmaktan, inanmaktan, ummaktan bunalıyorum. Kendimden çok ama çok sıkılıyorum, beni benden ne kurtarır lanet olsun ki bilmiyorum...

12 Şubat 2010 Cuma

DURMAM

Bir yazıya müzikle başlamak her zaman iyidir. Moduna göre müziğini seçersin gazla komutaya geçersin. Fakat bir de seçtiğin müziğe göre moda girmek var, o daha da bir tatlı olur. Eli götürür çünkü müzik. Uzatmadan geçmem lazım, bir türlü geçemiyorum, "çenen hiç yorulmuyor değil mi" demişti dün bir arkadaşım çok konuştuğumu tatlı tatlı belirtmek için, maalesef elim de yorulmadığı gibi laftan anlasam da değişemiyorum.

Kendime serzeneceğim:

Kontrol delisiyim ben. Dikte olmaz falan diyorum ama hafif bir diktatör edasıyla verip veriştiriyorum, kendiminki de dahil bütün hayatlara, hareketlere, sözlere, yazılara. Kendime haksızlık etmek istemem; ne de olsa ben olmadan olmuyor, her zaman yapmıyorum tabii ki bunu ama hiç yapmasam daha iyi aslında, öncelikle kendi sağlığım için.
Clocks çalıyor işte "am I a part of the cure or am I part of the disease" işte bomba soru tam da zamanında geldi...
İyi duygularım var; insanlar daha mutlu, yaşam daha zahmetsiz, herkes bol keseden sevgi dolu olsun istiyorum, sürekli bir uyarı, fikir yürütme durumu.
Ulan bana ne oluyor, nerden karar veriyorum neyin doğru olduğuna da çat çut konuşup akıl veriyorum herkese.
Biri tutturmuş intikam planları yapıyor; ben diyorum ki "bak bunu yapma sen acırsın en çok". Nerden belli, belki adamın içinde hiç sorgulama yok. Gönül rahatlığıyla alacak intikamını koyacak başını huzurla yastığına.
Biri acı çekiyor başkasının intikamından; diyor ki bitti iyilik içimde. Ben ne diyorum bu sefer "yok öyle yapma gördüğünü göstermekten vazgeçersin o zaman, dünyaya zarar, senden çok". ulan belki adam dertlerinden krutulacak, iç huzurunu böyle bulacak.
Biri düşüncesizlik ediyor; acıtıyor arkadaşının canını, korkuyor, kovulmadan kendi gidiyor. Ben dingil ne diyorum "gitmeyeceksin, artık sen değil, o acıyı yaşattığın adam önemli, yok sayacaksın doğrunu, sileceksin ettiğinin etkilerini". Ulan adam belki bahane edecek öyle gidecek, gidince kendini rahat hissedecek.
Biri kararsız kalıyor; ne yapacağımı bilemiyorum, istiyorum ama kırarsam diye korkuyorum diyor. Ne desem acaba pek bilmiş ben "istediklerini yaşamak istediğin kişi kavradıktan sonra durumu, yürüyeceksin, kim neden emin olmuş bu güne kadar ki sen kimi ne zaman seveceğinden emin olacaksın. birinin canı acır belki ama buna katlanacaksın" ulan uzak duracak belki, bu yüzden unutacak, başka birini bulup derdi dert etmeyecek.
Adamın canı sıkılıyor, zor günler geçiyor, karar veremiyor, çözüm bulamıyor. Ya ben ne yapıyorum "bunu seçen sensin, hepsini kendin yaptın, sonucuna katlanacaksın, arkayı kapatıp zırlamadan önüne bakacaksın". Ulan adam o sıkıntıyla çıkacak belki işin içinden, önce üzülecek sonra görmesine gerek bile kalmayacak belki.

Durmam lazım, herkesin hayatını, kararlarını kontrol etmek galiba bu, hedefim bu değil belki ama sonucum buymuş gibi duruyor. Kimisi alıyor, kimisi almıyor.
O zaman da dertlenmemek gerek.
Adam gitmişse, yolunun açık olmasını dilemek gerek.
En iyisi o yolda hiç iz bırakmadan, yok olmak gerek.

4 Şubat 2010 Perşembe

BIÇAK

Şimdi bilmiyorum işte... niye açıp da bu sayfayı, kulağıma DOGS'u taktığımı bilmiyorum.
Tam da diyor ki:
you have to be trusted by the people that you lie to
so that when they turn their backs on you
you'll get the change put the knife in.

Demek oluyor ki:
yalan söylediğin insanlar için güvenilir olmalısın
böylece sana arkalarını döndüklerinde
bıçağı saplayacak şansı bulacaksın.

Ne büyük çaba...
Yalanlar, yalanları takip etsin. Hafıza öyle ki gerçek yapsın o yalanları sana
Ne büyük acı...
Takip et, hesapla, kasıl, kork,
o bıçağın iki ucu da sivridir oysa.

Ne için...
Kimi zaman güçlü olmak, kazanmak için
Para biter, güç geçer oysa.
Yalanını doğrusuyla örten gelir sonunda.
Kimi zaman, hatalarınla yüzleşmemek için
onları hata yapan da sensin oysa.
kabul etmedikçe tekrarlanmaz mı sanki.
Kimi zaman kendini daha kıymetli hissetmek için
varlığa değer biçilir mi oysa.
hangi, ne senden daha kıymetli olur ki sen onlardan daha kıymetli olasın.
Kimi zaman başkasını mutlu etmek için
herşeyi geçtim, gerçekten istemedikçe karşındaki bunu yer mi...

Güçlü ol, kendine güven, mutlu ol, mutlu et, eğlen, yaşa, dalga geç...

Yalanla, yalandan. Sen neden yersin ki bunu?

Elinde olmayanı, aklında durmayanı, diline de sürmeyeceksin. Ettiğin kadarıyla, ettiği kadarını alıp, öğreneceksin fazlasını, belkeyeceksin zamanını.

Kabul edemediğin birşeyi yapmayacaksın. De ki göremedin, bir halt yedin, e o zaman yaptığın andaki gibi içine alacaksın onu, başkalarına olan etkilerini geri çevirmek için kendini yok sayacaksın. Acısını da çekeceksin, sürüneceksin belki, ezileceksin, boku yedin tadını da hissedeceksin.

Kendini kimseden aşağıda görmeyeceksin, kimsenin üstünde görmeyeceğin gibi. O yüzden ezilmeyceksin, ezmek için yalan asla söylemeyeceksin. Hep diyorum; kardeşim "kendini bir halt zannetmeyeceksin" ama "hiçbirşey hiç zannetmeyeceksin". Birşey olmak için yapmadıklarını yapmış gibi göstermeyeceksin. Abartmayacaksın kendini.
Kabul görmek, sevgi almaksa derdin; önce sen kendini olduğun gibi kabul edeceksin, öyle seveceksin. Olduğun haline ilişmek istemeyeni rahat bırakacaksın, bu hakkı var çünkü.

Uzun uzun debelenelim, tutku geçmiyor ya içimden. İstiyorum ki dursun yalanlar, yok yere hesaplar. Rahat bırakınca insan kendini soğuk bile o kadar dokunmuyor, kasıldıkça daha çok üşüyorsun.
Göz görsün, akıl bilsin artık.
Kabul etmedikçe olmuşu, olduğu gibi, değiştiremeyeceksin ne kendini, ne geleceğini...