26 Eylül 2010 Pazar

NEVERLAND AKŞAMÜSTÜLÜĞÜ

Yanan sigarasını aldım, bana hiç durmadan surat asan çocuğun. dayanamıyorum bana surat asılmasına.
İstiyorum ki; etrafında olduğum her insanoğlu, gülümsesin. Ellerine bir gerekçe vereyim ve astıran neyse yüzü, hiç değilse o an için görünmez oluversin.
Rüzgar hafif esiyor, biraz üşütür gibi ama aslında sadece ürpertiyor.
İkinci rakımı içiyorum.
Günü ben batırırım belki bugün.
Belki de sarhoş olurken ben, batıverir.
Hiçbir şeyi umursamadan, istediğim yere gelip, akşamüstünün beşinde rakı içecek kadar büyük olmayı seviyorum.

ÇIKAR'IM

Kaş bana, Kaş'lar bana.

Küçük bir yer burası. Yaz bitip de geçer insanlar geçip gittiğinde, belki 200 kişi kalır burada.
Küme küçüldükçe dert artıyor.
Ama dertler çabuk geçip gidiyor galiba. Biri birine asılmış, biri birini yanlış anlamış...
"Onunla görüşmeyeceğim"ler çok da uzun sürmüyor aslında. Görüşmekten başka çare kalmadığından bence. Sonra da o cümleyi söyleten durumu kabul eder oluyorsun. Sınırlarını mı siliyorsun?
Neyin daha iyi olduğuna karar verecek hadde erişmedim, erişen olduğunu da sanmam.
Ne de olsa milyarlarca dünya var.
Ama galiba, en azından benim için, gelip geçerken düzenli, kalmanın hayalini kurmak, kalmaktan daha iyi.

22 Eylül 2010 Çarşamba

LEKE

Kafandaki düşünce çok net, onu çok iyi anlıyorsun.
Çok basit bir çıkarım bu.
Anlatmak istediğinde...
O netliği doğuran, basitliği getiren aynı kelimeler, evet.
Senin kafanda oluşurken, çıkarken böyle, bu kelimelerle çıkmıştı.
Anlatmak da çok kolay olmalı. Anlamalı karşındaki.
Ama hayır öyle olmuyor.
Sözlükte kelimelerin tanımları aynı olsa da anlamları kişiye göre değişiyor galiba.
Eğilimlerine, deneyimlerine, kendi düşüncelerine, doğru bildiklerine, doğru sandıklarına göre değişiyor.
Ne kadar zor.
Anlatamamanın sancısını çekiyorum kemiklerime kadar.
Anlaşılmamanın doğurduğu sonuçlar, bütün güzelliklerime leke sürüyor.

İnat ediyorum:
Hayır bunu anlatabilirim, herşey çok basit, çok açık.
Ama hayır anlatamam.
Kelimeler çıkarken ağzımdan, ulaştığı yer benim aklım değil.

Başka yöntemler seçsem, kelimeler değil hareketler belki.
Ama karşı akılda da çabaya ihtiyaç var.
Anlaşmak çift taraflı bir eylem.
Bir taraf bu kadar isterken anlatmayı,
Diğer taraf anlamak istemezse...

Yine aynı sonuç galiba.
Gitmek gerek.
Gitmem gerek.

11 Eylül 2010 Cumartesi

HAYDİ BAKALIM

İnsan ne kadar seviyor kendini.
Kendini korumak, haklı olmak için neleri yakıyor.
Hiç utanmadan, bilip de bilmeden.
Belki de ancak böyle katlanabiliyor kendisine.
Öyle ya, hatalarını kabul etmek zor.
Kendi çirkinliğinle yüzleşmek...
Ne de olsa hep kendinle yaşıyorsun, kendine mecbursun.
O yüzden de hep güzelsin, hep akıllı, hep doğru.
Asla özür dilemezsin çünkü özür dileyecek birşey yapmazsın.
Asla teşekkür etmezsin çünkü zaten sadece hayatlarında var olmakla bile sana verilenlerin milyonlarcasını hak ediyorsun.
Hepsi kabul
ama ya kendine katlanmak için başkasını suçlamak.
Bu ne peki, hangi dine, hangi ideolojiye, hangi felsefeye giriyor bu. Psikolojide mi yeri var?
Tekniğini bilemiyorum ama maşallah acısını bilirim.
30 yaşında koca bir çocuğum ve her gün yeniden bir insanın hayatında başına gelen herşeyin sorumlusu ben oluyorum.
Ellerime ne hünerler sürülmüşse, bitmek bilmeden güzellikleri yıkıp, pislikleri, kötülükleri hayatına salıyorum birinin.
Sırf bu biri için, hayatımın hemen son bulmasını çok ama çok istiyorum ama
insanım işte kıyıp da kendim yapamıyorum.
Yani açık çağrıdır:
Canı adam öldürmek isteyen varsa buyursun gelsin.
Kötülüklerim son bulsun, dünya güzeli rahat bir nefes alsın..