31 Ekim 2009 Cumartesi

ÖLÜM

Mutluluğumuzu yazdık beceriksizce bütün hücrelerim.
Şimdi de vazgeçmek zorunda bırakılmanın insana yaptığı zulümden bahsedelim.

Sevmiyorum ben ya tanımlanmayı, insanların her şeyi ezberleriyle tanımlamalarını, o yüzden de biraz inatçıyım bu konuda.

Diyorum ki; gerçek bir tek sana gerçek.
Diyor ki; ölüm bir gerçek.
Ancak sen bilirsen ölüm o, diyorum.
Diyor ki; bilimsel olarak ölüm...

Kişiye göre ben felsefik bakıyorum duruma, halbuki pek okumuşluğum yok felsefik düşünürleri falan, yani herkesin bildiklerini, aslında pek bilmiyorum ben. Kendi düşünürlüğümden kaynaklanıyor, kimine göre saçma çıkarımlarım.

Sen bilmiyorsun, ölüm ne demek ölü dediğine
Ölüm sadece sana ölüm, yani geride kalana.
Yani eğer ki onu da bilmiyorsan,
başkasının ölüsü hop oluyor senin canlın,
sen gibi tıpkı.
(Buradan yola çıkarak senin de ölü olup olmayışını konuşurduk ama, sonraya bırakalım eğer varsa)

Bilim bildiği yere kadarını kabul ediyor gerçek.
Yani bilimin bildiği kadar gerçek ölüm de.

Bu sadece bir düşünce, yoksa insanın algısına düştü mü birinin ölümü,
ah vah ediyor, ben de ediyorum. Annannemin yokluğuna ediyorum hala bilge dedeminkine ettiğim gibi; çünkü kontrolümün, algımın dışına taşıyor onunla paylaşımım. Ne güzelim kızılcık marmelatı var artık bana, ne de dedemin sohbeti...

Yani

Bilimsel bilgi kabul eder ki, biraz konuşunca, aslında insan birini artık göremediğine, iletişemediğine ah vah ediyor.

Zırvalarımdan yola çıkarak diyebilirim ki,hatta diyorum ki;
Ölüm kelimesinin karşılığı "vazgeçmek zorunda bırakılmanın insana yaptığı zulüm" olarak değiştirilebilir. (hoş sözlükte karşısında ne yazar onu da bilmiyorum ya)

Eklemeden de edemeyeceğim:

Üstelik
eğer yakınında durduğum şey ölümdüyse,
göreceli zamanın eski anlarında,
bilinsin ki;
sizin göremediğiniz,
sizi göremediğini bilmiyor.

GÖRDÜM

Vücudum yorgun, ama gördüklerimin verdiği mutluluğumu yazmadan, yatırmak istemiyorum onu yerini yeni değiştirdiğim yatağa.


Bir yazı yazdım bir yerde.
Keskin, kimine göre..
Süregelmiş, alışılmış kavramlardan dem vuranlar
son derece haklı olarak
görmediler kelimelerimin anlamlarını,
serzenişimin ihtivasını.

Daha çok yazdım, daha çok anlattım...

Bugün!
gördüm ki, görenler ben olmuş konuşmuşlar
Adım varken bile, yok olmuş başkalarında...

Sadece bir yazı yazdım, bi yerde...
Ama almış yürümüş kendi kendini
başkalarıyla..

Bugün!
Bir kez daha gördüm ki
çabam değil boşa.
bildiğim gün de gelecek
ben bildiğim gibi burada olmasam da...

23 Ekim 2009 Cuma

GERÇEK



Geçen gün Zeitgeist forumunda yazıyordum arkadaşlara da aksilik oldu eylemim sonuçsuz kaldı. Dedim ki hazır yenilik gazı var içimde buraya döküvereyim bu seferde Gerçek hakkında pıtırdığım serzenişimi... Hoş aynısını hatırlayamam kelimelerin ama fikir hep aynı nasılsa..

TDK sözlüğünde 10 tane karşılığı ver gerçek kelimesinin, bir de orada yazmayan karşılığı var, bana geldiği haliyle gerçeğin:

Gerçek=Algı

herşey ancak algıladığımız kadar gerçek.

Ne zaman ki sadece kendi gözümüzle görüyoruz,
işte o zaman sadece o kadarını biliyoruz.
Kimi der ki biz aslında herşeyi biliyoruz
ama benim ona da cevabım var:
Biz ne bildiğimizi biliyoruz ne de bilmediğimizi...

Gerçeğini değiştirebilir insan, geliştirebilir
bazen sadece geriletebilir, yenik düştüğünde körlüğüne.

Açılacak kaçıncı gözdür ya da insan sadece gözle mi görür bilemem
ama
böyle düşününce zaten göz de ne kadar gözdür?


Yargılamadan önce bunu kavramak gerek bence.
bilmek gerek seni öldürenin de başka birşey bildiğini
ya da sadece bildiğini zannettiğini.
Böyle söyleyince sanki bir yanılsamaymış gibi gelir
ama
zannettiği anda insan o bilgi de kendi kadar gerçek aslında.

Herkes birbirinden farklı düşünüyor,
Hatta herkes düşünüyor belki,
BİR'liğinden ayrılıp bedenlere vardığından beri.
ama ne zaman ki zannedersin bu senin için gerçek
Dönüş yolunda başkalarını da görmek gerek...

Kavram karmaşamda boğmadan kimseyi çıkmak istiyorum bu başlıktan, resminde ne demek istemişti sevgili arkadaşım Tuğba bilmiyorum ama bana öyle geldi ki başlığa tam da denk geldi.

Başka bedenlerde olsak bile aynıyken bu kadar
kendi kendimizin altında kalıyoruz, yapıştırılmış duygulardan....

AŞK

Aşık olduğumu bilmeyen yok ne güzel. Coca Cola söylemiş " Paylaştıkça artan Tat"...

fakat algıladıklarınla göreceli, bildiklerinle sınırlı aşk da...

O kadar kendi kendine bir herneyse ki tutunmak için kullanmak ancak onu heba etmek olur.

Konuştukça da etkisi yok oluyor sanki insanlarda ama işte yine algı paradoksu...

Ne kadar çok kendimize saklarsak o kadar gerçek sanıyoruz bir şeyi. Oysa içerde tuttukça gerçekliğini var edemiyoruz, sadece hayal o zaman..
Kanıta ihtiyaç mı var, hayır yok ama insan hayallerinin hepsini aklında tutamıyor sınırsızlığından ötürü düşüncelerinin. Gerçek etmeyince aşkı, unutuyor işte o zaman. ama bunu o kadar düşünmüyor ki farkına bile varamıyor. ama o başka bir paradoks....

Korkunun ecele ne kadar faydası yok oysa...
Denk geldiyse o ışık, renk, enerji, her ne derseniz; ne saça başa bakıyor, ne kulağa, ne göze...

Aşk başlı başına bir hareket, hayatın içinde değil. aksine ondan çıkmamı sağlayan. Olmayan gerçeklikte başka bir gerçek, algılanmış... Şizofreniye kaçar biraz ama kaçsın, cinayete kaçsa daha mı iyi insan.

Karışıklık baş kelime iken iskeletimi tamamlayan, aşk bana sadelik katıyor. dingin coşkusuyla, içimi renklendiriyor....

SUSMAK

Biraz kırgınım şu an susup da benim korkularımı, benim yanlışlarımı, benim bilgisizliğimi ve bin tane sizliğimi kendi yerine konuşturana, çok objektif olmayabilir yazdıklarım.. ama olacak diye de bi kural yok ya ben yazıyor olduğumdan beri, o yüzden cesurca girerim muhabbete.

Çok konuşup da hiç beceremediğimden olsa gerek, hep kıskanırım susanları...
Ama görüyorum ki herşey her zaman doğru değil yapılırken.
Susacağı yeri bilmeli insan belki, bilmiyorum belki susacağı yeri belirlemeli...
görüyorum ki ben sanarken kendimi tek başına, benden başkaları da var....
tam da dedim ya susunca karşındaki konuşuyor senin yerine. Anlamlar yüklüyor susmalarına,belki yanlış belki doğru ama susandan başkası bilmiyor ki bunu..
Anlam yok mu bilemem ama bildiğim, değişebilirliği kadar yeni öğrenebileceklerimle, hatta senin de bildiğin belki ey okur düpedüz bencillik bu... hem de büyük harflerle BENCİLLİK...

Konuşmak iki kişilik bir eylem, biri seninle konuştugunda, SANA birşey anlatmak istiyor, SENİN onun anlattıklarını dinliyor olup yüce fikirlerini beyan etmeni umuyor. Yoksa neden paylaşılsın ki bir fikir, saklansın kendine de, kendi kendini yesin bitirsin belki.

SUSMAK...

düpedüz ayıp, hem de büyük harflerle AYIP...

Suskunluğumdan al almak istediğini, alabileceklerini, umurum mu sanki benim senin ne konuştuğun yerime, ne sonuçlara vardığın, ne çıkarımlar yapıp ne tepkiler verdiğin. Debelen dur benim suskunluğumun yüceliği içinde. Görmüyorum bile çabalarını hissetmiyorum içindekileri...

Kendi egomuzda boğulalım da görmesin hiç kimse iğrençliğimizi olur mu....

Doğru yeri bulup bir güzel susalım, anlamasın hiç kimse bilip de bilmek istemediğimizi...

Ben kendime geleyim de alayım kendi bircik egomu elime, çıkayım yabancı yerlerde yabancı olayım kendime de başkasına da...


İşte burda benim lafım bitti. Ben susarım artık o zaman madem yok saygımız hiçbir hiçbirimize, ben susarım o zaman... kırgınlığımın üstüne yatar onu da birgün unuturum, mükemmel hafızamı mükemmel yönlendiriciliğimle...

ÖFKE


Kendi kendini gaza getirmek diye birşey var kardeşim. Önce biraz kızarak başlıyorsun sonra kızdıkça kızıyorsun, kızgınlıktan başka birşey üretemediğinden. Öfke içini kasıp kavuruyor, rüzgarlar estiriyor, çığlıklar attırıyor, "nasıl yaa nasıl, nasıl yapar bunu bana, nasıl yapar onu ona" ....

Dün duydum ki Altın Potakal Heykelleri'ni kınıyormuş kimi kesim,gerekçemiz de çocuklar utanıyor. Ulan, o çocuğun yanında etmediğin küfür yok senin, etmediğin pislik, saygısızlık yok, herşeyden önce bağnazlığınla utandırıyorsun o çocuğu. Ama hiç düşünmüyorsun bunu, "ben ne yapıyorum" diye bir kere bile sormuyorsun. Sen nasıl bir insansın ki bir heykelin memesinden tahrik oluyorsun...

İşte ben de böyle öfkelendim, konuştukça haklı çıktım, haklı çıktıkça öfkelendim.

Ne oldu peki.... ben de yanlış soruyu sordum işte.nasıl değil, NEDEN...

Neden böyle düşünüyor bu adam, ya da birşey düşünmüyor... Çünkü bilmiyor, öğretilmemiş ona hiçbirşey, ezberletilmiş bütün hayat, bütün anlamlar; Başkalarının zamanlarındaki, kafalarındaki, kağıtlarındaki anlamlar, hayatlar ezberletilmiş. Bir kere bile sormamış adam, bir kere bile yoklamamış başka olasılıkları.

Ben ki; kendimi kimseden hiçbir varlıktan ya da yokluktan ayrı tutmak istemezken, ben ki; kötüye kötüyle karşılık vermenin iyi hiçbirşey üretemeyeceğini bu kadar iyi bilirken, sormayıverdim işte doğru soruyu egoma yenik düştüm, "ben görürüm de bu sığ adam göremez". Neyi görürsün acaba sen, kimsin ki göreceksin...

Ama bu bir kısır döngü; bu sefer de öfke döndü bana, konuştukça konuştum büyüdükçe büyüdü öfkem, ne faydam var ulan benim insanlığa, parçası olduğum doğaya, bu evrene...

Fark ettim ki konuşuyorum da dinlemiyor kimse beni, belki doğru kelimeleri, hareketleri seçemiyorum konuşurken...

Çıkamıyorum içinden, çıkamadıkça öfkeleniyorum. Diyorum ki boşa gitmesin hiçbir nefesin, sana kucak açan güzelim doğaya teşekkürlerini sun, herşeyi ama herşeyi severek, etrafındaki sevgiyi büyüterek.

Paranın köleliğinden ve ne olduğumuzu, neyin parçası olduğumuzu bize unutturan bencilliğimizden, saçma öfkemizden, saçma ırkçılığımızdan, saçma yalnızlığımızdan, saçma gururumuzdan, bütün bu saçmalıklarla sadece tükettiğimiz hayatımızdan kurtulmak için çalışalım, çalışalım, tüketmek için değil yeni hayatlara da üretmek için. Birbirimizi öldürmek için değil yeni doğanları gülümsetebilmek için, kendimiz için değil bazen sadece bir başkası için. Vazgeçelim paranın ve onun kölelerinin bizi yöneterek bunu bizim için yapacağına inanmaktan, koca bir yalan bu. Kimdir ki bu para ya da onun malı insan, ne farkı vardır ki; benim, onun tarafından yönetilmeye ihtiyacım olsun. İnsanlığım özünü görse bilir bir arada yaşamayı, yaşatmayı, paylaşmayı, devam ettirmeyi.

Bu benim gözüm işte, onu da biliyorum. Sırf benim gözümün gördüğü yüzünden kimseye birşey demeye haddim olmadığını da. Ama bu da beni öfkelendiriyor işte ve en başa dönüyorum ben yine. Kendim birşey görüyorum ama ben bile gidemiyorum oraya.

Sordum birgün sevdiğim adama, birlikten kuvvet doğar mı diye, dedi ki doğar. Sakın biz de birlik olursak benim tek başıma yapamadığımı tek birliğimizle yapacak olmayalım. Bütün kandırılmışlığıyla; sevgili bayrağım, toprağım diyen sevgili arkadaşım gibi bile bile köleliğimize devam etmek yerine ufaktan harekete geçsek mesela olmaz mı. Geçilen hareketlere katılsak, "güzel söylüyorsun Elif ama bunlar hep hayal, ütopya bu seninki" demesek de, ne yapabiliriz, ne yapılıyor, bir baksak olmaz mı acaba????

Yanlışların bana yedirdiği yanlış ÖFKE, defolup gitse içimizden olmaz mı, son parçasını onu kovalarken kullansak....

İNAT

İnatçıyım ben, koçluğumdan mıdır bilemem..
Ama bir inat ettim mi, kendime rağmen uzuuun sürelerce dönemem.
Öfkeliyim, öfkem bitmek bilmiyor, kabul edeyim diyorum o da olmuyor. Kabul edeyim ki gitsin başımdan, ruhumdan, mükemmel mutsuzluğumun sebebi olmasın..
Ama yok, inatçıyım ben.
Güzel mi, iyi mi...
Hayır, hiç değil. Ama hep güzel şeyler mi yapıyoruz tapındığımız insanlığımızla...
Birbirimizi en çok biz öldürmüyor muyuz, en çok biz göz yummuyor muyuz....

Bıkkınlığım ergenlik debelenmesi sanılmasın, ya da sanılsın ne fark eder.

Ben değil miyim kocamanlığını kabul edemeyen de inatla hala mükemmel hayatının başlamasını bekleyen.

Ben değil miyim başlayacak diye beklerken, bütün hayallerini kafasının içine gömen.

Ölümüm çabuk olur benim, ondan başka birşey düşünmediğimden...

İnatçıyım ya, doğruyu söylesen yine de kabul etmem..

Dinlemeyi de bilmem ben, öğrenemedim gitti, saygı duymayı başka fikirlere..
Zannederim ki benim bilgeliğim başka beyinlere kapılar açacak hep....

Ne bilgelik ama....

Kapatmışım kendimi de haberim yok. Kandırmışım bir güzel, zannetişim hep konuşursan hep anlaşılırsın, zannetmişim kendini korursan iyi kalırsın.
Yok öyle olmuyor o iş.
Ama inatçıyım ben, vazgeçemem kendimden, şimdilik bildiklerimden...

Gitmek gerek, bazen bu yerden, bazen bu kimden....

Depeche Mode wrong çalıyor kulaklarımda. İnadımı bırakıyorum şimdi, bu şarkıyla.. Ben gidiyorum o zaman...

Her zaman herşey doğru olmuyor, kimi zaman kimi de. Ben de doğru değilim işte bu zamanda.

Bırakayım egomun inadını bir kenara, ses etmeden SUSARAK gideyim. bu kimden....

Ellerime sağlık olsun, uğraştırmadığımdan daha fazla...

GİTMEK

ne kadar yabancıysam blog alemlerine, keşif bile bir uzadı da yine de tam olmadı. Fakat yazasım var ya deli gibi, her zamanki sipariş, ne yazacağımı bilmeden....

Sevmiyorum yumuşak klavyelerle yazmayı bir o kadar, istiyorum ki yazdığımı hissederken ruhum, sesini de duyabilsin doyasıya, ya da ellerine bulaşsın solaklıktan ötürü mürekkep...

Gitmek istiyorum... bir eylem olarak olduğu kadar bir olgu olarak gitmek, metafor bu gitmek derken gitmeyip de gitmek, bazen de giderek gerçekten.

Kaçışla aynı manaya mı gelir çok emin değilim ama insan her zaman savaşacak gücü de bulamıyor....

neyle savaştığı tam bir muamma tabii. çünkü kendini yenemiyor istese de, teslim olamıyor bir türlü indirse de yelkenlerini...

Gerçekten ben'ler var benden içeri, bir türlü tarif edemem, anlayamam, haberdar olmak sadece benimki. Haberdarım birden fazla karakterim olduğundan, karakter diyorum kostüm kelimesini sindiremediğimden.

O kadar çabalarken tek olmaya yine de göremiyorum işte her zaman.
Kızıyorum bol bol, dün fark ettim o kadar nefret ediyorum ki kendimden, üzerime kusasım geliyor.
Depresiflikten değil, istemediğim göreceli gerçekten, yanıltıcı sanrıdan....

Gitmek istiyorum, önce kendimden... Sonra herkesin ortak paydada utanmadan buluştuğu bu yerden. Bu YER'den....

İntihar edecekmişim gibi geliyor sesi. Oysa tam da bu hisle tutunmak istiyorum, etkilemek istiyorum etrafımdakileri buradan gitmeden gidilecek bir yer olsun diye bu YER...

KENDİM

Farkında olmak gerek, hep söylüyoruz, hepimiz.
Dönüp kendine bakmalı insan, bilmeli neyi neden yaptığını, tanıyabilmeli; hislerini, doğrularını, yanlışlarını, güzellerini, çirkinlerini, tutkularını, bıkkınlıklarını...

Yargılanıyorum sürekli, yargıladığını bilmeyen, bilmek istemeyen tarafından.

Kararsız bulunuyorum, sanki bir karar vermek zorundaymışım gibi... Sanki kararını veren uygulamaya geçebilirmiş gibi...

Söylediklerimi dinlemeyen, söylediklerini dinlemediğimden şikayet ediyor.

Anladığımı anlamayan, anlamadıklarımı söylediğimdeyse öfkeleniyor.

"egosunun dengesizliğinden sıyrılmış olan" aşağılıyor beni durmadan. Söylüyorum da yine de dinlemiyor.


Kızmıyorum, ama kızmıyorum da bunu da anlatamıyorum.. Şaşkınlıktan belki inandıramıyorum.. O da pek umurumda değil ya....


Bağlıyım benliğime, ondan vazgeçmek istediğim kadar...

Ama deniyorum, farkına varayım, yanlışımı tekrarlamayayım diye...

Bağlıyım kendime, ondan vazgeçmek istediğim kadar, o yolda kullanacağım tek karar da benimki olduğundan.

Razıyım kendimi vermeye, ismimi silmeye ama bunu yaptığını zanneden inatla görmüyor...

Bağlıyım kendime, ondan vazgeçmek istediğim kadar, çünkü ben olmayınca herkes bir tek kendine var...

ANLAM

.......................................................
Kimseyi tanımlar içine sokmak istemem,
Kendim de girmek istemediğimden.
Yeşili görsem ona bile yeşil diyemem
Bir an olsun şüphelenmeden.
Bu beni bir şey mi yapar pek onu bilemem ama
Bir şey değil hiç birşey olmak belki..

Yeni tanımlar yapasım var hayata,
Yeni dil, yeni kelimeler, konuşulmayan.

Bedenimden ayrı, benliğimi katasım var hiçliğe
Dengeleri bozasım, sonra yeniden kurasım var
da
çelişkiye düşeceğimden harekete geçemem...

Kim derdi ki bir gün gelir burada olursun
Ya da kim diyebilir şimdi bana tam da buradasın.

Ölüm kimine gelir bir parçası yaşamın,
Kimine sadece yok oluş.

Görüp de dönenimiz yok
ya
döndüğünü bilenimiz?

Ne sanatçılığımın bir delili var
Ne insanlığımın...

Varlığım bir şaibe yokluğum kadar!

Oysa su olduğumu bilirim ben
Bence su da beni bildiğinden…
.....................................