25 Aralık 2009 Cuma

NOKTA

Gördüm ki;
nefret kaplamışsa bir insanı
İçten dışa, ruhtan başa

Vazgeçmek gerekir.

Bazen kabul etmek gerekir.
Hayır
Bunu dönüştüremeyeceksin sevgiye.

Senin verdiklerin, sevgi olarak ulaşamıyorsa oraya
debelenmeyeceksin, göstereceğim diye.

Senin gönlün yetmez,
arzun,
sevgin,
aklın,
hiçbiri yetmez ikna etmeye.

Yok, inat etmenin bir anlamı yok.
Ne acı sana, umudun en yakından kırılıyor.

Debelenirken inatla seversem kazanabilirim,
bir insanı, daha mutlu edebilirim diye
edemeyeceğinin kanıtı
işte şimdi
tam bir tokat gibi vuruyor hücrelerine.

Bırakacaksın işte.
Bırakacaksın neye istiyorsa ona gömülsün madem.
Bırakacaksın istiyorsa mutsuz olsun madem.

Neyin intikamı, neyin bedeli
mühim değil ki…

Kaybetmişliğinle,
vazgeçmişliğinle.
kapat gözlerini
bu acının geldiği yöne…

24 Aralık 2009 Perşembe

SANCI

Aslında bir süredir güzellik kavramı üzerine düşünüp onu yazacağımı sanırken elim, kafam beni buraya getirdi.

Herkes aynı değil, bunu milyon keredir biliyoruz, yani bildiğimizi sanıyoruz ama o da zaten aynı sonuca götürüyor bizi. Bunu böyle vurgulamamın tek sebebi kendi sandığımın güncel doğruluğunun şımarıklığından olsa gerek.

İyi bir insan olmak istiyorum ben.
Bunu böyle söyleyince pek bir değeri kalmıyor gerçi, çünkü istemek yapmaya yetmiyor ya.
Ama yine de nasıl bir insan olmak istiyorum, onu yazayım...

İstiyorum ki, tüm varlıklar için iyi sonuçlanacak kararlar vereyim, eyleme geçeyim. Bu liderlik şımarıklığı falan değil, anlamı şudur ki; eylemlerim, düşüncelerim, kararlarım bir varlığı etkiliyorsa eğer ya da o anki durumunu pozitif yönde etkileyecek bir güce sahipse bunu kullanayım, değerlendireyim. Bu kimi zaman fiziksel ve düşünsel anlamda bir güçken kimi zaman bilginin, yeteneğin gücü olabilir. Demek değildir ki bir tek benim var, demek değildir ki bir tek ben yapabilirim, ama “ben” “bunu” yapabilirim.

Bir anım var, burada anlatmayacağım fakat o anı bana anlattı ki; gerçekten, bir insanı (örnekteki bir insan oluyor da ondan) mutlu etmek kadar insana mutluluk veren hiçbir halt yok kardeşim. Bunu söylerken denebilir ki “sen her haltı mı gördün ki biliyorsun”, ona cevabım da şudur; şu ana kadar gördüğüm her halttır zaten ve eklenebilirliği de saklıdır.

Kimi saflarca aptallık olarak görülebilir bu söylediklerim, ya da boş laf kardeşim yeri geldi mi herkes önce kendini düşünür diye, zaten yukarıdaki cümleden de anlaşılacağı gibi ben bunu da kendimi düşündüğümden yapıyorum aslında.
Yapıyorum derken ne kadar, üzülerek yapabileceğimin çok daha azı.
Yüzyılların bencilliğini damarlarına taşımış yeryüzünün bedenimdeki, ruhumdaki yansımalarına ben de yenik düşüyorum bazen.
Geri döneyim istiyorum, elimden geldiği kadar, elimden gelirse,
ama belki bazen hiç görmüyorum, onu da ben bilmiyorum.

Kelebek etkisi dedikleri bir şey var. Kestirmem mümkün değil hareketlerimin bütün sonuçlarını, evet bunu biliyorum.
İsterken birilerini, bir şeyleri mutlu edeyim, iyi geleyim, başkasına acı da veriyor olabilirim, belki gelmiş, belki gelecek zamanda…
Ama diyorum ki kendi kendime, rahat bırakayım düşüncelerimi, hesaplayabildiğim kadarı bile kazanç olsun bana, yüzü gülen bir insan, karnı tok kıvrılıveren bir kedi, üstümde durmayı seven bir kazak, koparılmamış bir dal…
Tabii göz ardı etmiyorum, aslında isterim de edemiyorum, etkimi karşılayan varlığın tepkisini, isteğini.
Bazen öyle oluyor ki istemiyor insan;
ne yaparsan yap gülsün yüzü,
bazen istemiyor hareketi sadece olduğu gibi görsün gözü.
İstiyor ki
alsın bütün kırılmışlıklarını, güvensizliklerini,
yapıştırsın korkusunun duvarlarına
Gururunu en kıymetli varlık saysın dünyada.
Sayesinde hiçe saysın senin bütün çabalarını boşa,
Yorsun bir hakaret, bir düşmanlık.

Herkes aynı değil, bunu milyon keredir biliyoruz, yani bildiğimizi sanıyoruz ama herkesi yine de kendimiz gibi sanıyoruz işte.
Bundandır arkamdan gülene verdiğim gülümseme, bundandır her yalana inanışım, bundandır her hareketi bir iyilik gibi yorumlayışım, gözüme de soksalar vazgeçmeden haklılık payı arayışım.
Ben de bilmiyorum insanlar aynı değil,
sanıyorum ki herkes ben.
Çünkü bir tek bu sayede vazgeçmiyorum hiç kimseden, hiçbir şeyden,
bu sayede gözümde kimi zaman saklansa da hep umut var.
Sanıyorum ki zaman gelecek
ve
insan evladı bilecek
mutluluk ancak kendi ettiklerinden gelecek.

16 Aralık 2009 Çarşamba

KISIM

Birkaç gündür toparlamaya çalışıyorum, dağınık düşüncelerimin içinde, bu konuya ait kelimeleri. Olduğu kadarıyla, düşünmekten vazgeçip elimin hareketine bırakayım da kendi kendilerine, bildiğim haliyle Türkçe’nin, akıversinler.

Düşünürüm ben, balık olmayışımdan sanırım. Fakat ruhumun dağınıklığı onlara da vurur da, biraz dağınık düşünürüm. O düşünce cümlelerinin ve görsellerinin arasında dolaşırken, bir ışık gelir, aydınlanma yaşanır, karar verilir ve odaklanma başlar. Bu sefer pek bir ciddi odaklanırım ve, de ki bir senaryo fikriyse bu, senaryoyu yazar, oyuncuları seçer, filmi de bir güzel çekerim. O zaman biter o kararın işi, rafa kalkar, gerçekleştirilmiş hayaller rafına.

Sorun:

Hayalden çıkıp gerçekleşirler ama, sadece bana
heyecanı da kalmaz düşüncesi de artık ortalarda.

Kısım:

Hep söylüyorum ya;

Kardeşim düşün!
Balık olana kadar düşünmeye mahkumsun sen.
Düşündükçe bulacaksın
Buldukça kazacaksın
Kazdıkça açacaksın
Açtıkça göreceksin
Gördükçe bileceksin
Bildikçe döneceksin
Yani
Düşündükçe yapacaksın
Düşünmek yolun bir kısmı

Fakat onu kafadan çıkarıp paylaşmak gerek galiba, böylesi biraz bencillik oluyor olabilir. Kesin konuşmuyorum ki bana dokunmasın ucu.

O filmi çekmek, heykeli yapmak, şiiri yazmak, fikri konuşmak gerek, başkalarına.

Yoksa bu işin bir kısmıyla diğer kısmını kısıyoruz işte.

Neden?

Tekliğimiz sadece bedenlerimizin ayrılığı sanrısından.
Birliğimiz için düşünce kadar başkaları tarafından da gerçeklenebilen eyleme ihtiyaç var.
Eylemeyince tamamlayamıyor varlık.
Tamamlamaya gerek mi var bilmiyorum, arzum bu işte, sadece duramıyorum.

Arzu etmemek de bir tercih, “üşeniyorum öyleyse yarın” kadar.
Ya da kendini ayırmak, parçalamak, teklemek, uzasın gitsin…

Yine de diyeceğim o ki;

Böylesi daha güzel olur,
anlamını kaybedeceği yere kadar.

3 Aralık 2009 Perşembe

AÇIK FİKİR

Açıklığa kavuşturmak istediğim bazı konular var:
İnsanlar konuşurken birbirleriyle (ki bu her zaman iletişim anlamına gelmiyor), karşılıklardan anlatamayabiliyorlar kendilerini, yok bireyselleştirmeyelim de kendi kafalarındakini...
Belki de tam da bu nedenle bu blog bir SERZENİŞ.

İnsan ne ister, bu soru dolaşıyor bienalden kelli bir süredir. Onu ister, bunu ister ama hep ister. İstemekten bir türlü sıyrılamaz ki o tamamen başka bir konu.

Şimdi; insan doğru bildiği fikirlerini paylaşmak ister.

Neden?

Kimine göre kendi fikrini kabul ettirmek için ki bunu da kabul ediyorum, elinde değil ya ister işte.
Doğru mudur peki?
Herkesin yaşadıkları, yaşadıklarından anladıkları, doğruları, yanlışları birbirinden farklı.
Herkes birbirinden farklı, nasıl düşüncesi aynı olsun.
Benzer olabilir, bazı konularda, bazen, ama bir ortak düşünceye bile varış yolu farklı... Yani bu ihtimal de var, tıpkı o yolların benzeşme ihtimali kadar.

Belki de paylaşmak kabul ettirmek için değil de geliştirmek için olabilir, başka bir pencereden bakmak, bir de başkasının gördüğünü görmek ya da kendi gördüğünü göstermeye çalışmak için. Ama sadece bir paylaşım olduğu göz ardı edilmeden, paylaşmak demek sendekinin hepsini karşıdakine vermek demek değildir.
Yukarıdaki durumlardan ötürü sadece anladığını ya da anlaşıldığını varsayabilir insan, ne zaman ki karşısındaki kendi değil, kendi karşısındaki değil ancak o kadar olur işte. Anlamalar hep yarım...
Bu kötü birşey midir? (kötülük de tartışılır da o da başka bir konu)
Hayır, bilirsen ki karşındaki sen değil, işte o zaman paylaşımda anlayışlılık geliyor, gelmeli.
Ancak o zaman diktatör olmazsın işte. Ancak o zaman çelişmezsin kendi kendinle, hem faşizmin karşısında duracaksın, hem de düşünceni dikte edeceksin, yoook olmaz. seninle aynı fikirde değil diye, anlayamıyorum, saçma geliyor diye sulandırmak, hele o seni yapar işte en büyük faşist.
Serbest bırakacaksın insanları, kendin serbest kalmak istediğin kadar.
Çelişmekte bir sakınca yok, bulmaya gittiğin yolda ama arada dönüp durum tespiti yapmak gerek ki, kendini kaybetmeyesin.

Ben adıyamanı görmediğimden, adıyamanın varlığı benim için şüphelidir, bunu göz önünde bulundurarak yaşarım. Bir adam gelse "ben adıyamanlıyım" dese, onun buna inandığına inanırım ama sorgumu yine de canlı tutarım. Sorguyu canlı tutarım, olmadığına inanıp bunu kapatırım değil.
Bu beni tembel mi yapar, asla değil, bir gün gelir ben de giderim adıyamana, gerçeklerim kendimce onu da... Tıpkı başkalarının yazdıklarını, gerçeklerini okumaktan geri durmadığım gibi...
Ama gerçekliğimin sorgusunu bitirmek zorunda bırakmaz bu beni, bu da böyle bilinsin yani....

2 Aralık 2009 Çarşamba

HEYECAN

Doktor olmadığımdan olabilir ki pek tanımlayamıyorum şu heyecan denen şeyi. Zaten şey dediğimden belli belki…
Ama ifade edesi var işte yine de uslanmaz ellerin; dedim ki “nedenini bilmesem de hissini tarif edivereyim”:

De ki yeni bir sorudan yeni bir cevap çıkardım; kollarım uzuyor, yeni bilgi edindim ya, ellerim gökyüzüne değiyor.

De ki Neverland’deyim; ellerim titriyor, kafam büyüyor. Var olmayan bir yerde var ettiğimden kendimi bedenim değişiyor.

De ki sinemadayım; karanlık çöktü mü, yüzüm gülüyor, nefesim hızlanıyor, bazen yetmiyor. İçindeyim ya birinin gözünün, hayatının, bedenim yok oluyor, ruhum özgür.

De ki yazıyorum, mesela şimdi; kafamı duyuyorum, elimin klavyedeki sesiyle. Yetişemiyorum ya düşüncenin hızına kalbim büzüşüyor.

De ki yazamıyorum, mesela yürürken; ağırlaşıyor midem, kasılıyor bacaklarım. Fikir geldi de kaçıverecek ya, ya da değişecek ele gelene kadar, saçlarım çekiliyor.

De ki bir grubun içindeyim; derdi dert, ruhu taze, arzusu diri, umudu açık; aklım duruyor. Konuşacaklarımın yarısı gidiyor. Gördükçe yeni fikirleri, gözlerim açılıyor da, kalbim büyüyor.

De ki yeni tanıdığım bir insanla, bir çıkış noktasından bir yere geliyor muhabbet; kulaklarım sağır oluyor, başka sesler yok oluyor. Başka biriyle aynı yerde durduğumdan, konuşulanlar kelimeler olmuyor artık, onlar da duyulmuyor.

De ki adamı gördüm; kafam yanıyor, gözlerim köreliyor, adamdan başka her şey uçuyor. Eli elime değse, kazayla bile; yok oluyorum, tamamen yok. Ne ruh benim, ne beden, hiçim o zaman, hiçliğimden haberdar.