26 Şubat 2010 Cuma

ÇIĞ

Belediye bilmem neyin birşeyi için, bilmem birşey hazırlamış. Tek cümlesini görüyorum ben kaç gündür.
TUTKU ENGEL TANIMAZ
Kafamda dönüp duruyor cümle, ben de edebilirdim bunu diye.
Sonra Beran'ın facebook grubunun daveti geliyor:Beran@güney amerika.
Ancak ucundan, arada, denk getirebildiğim Neveraland'imin, harika köşesi echo'da oturdugu günlerden birinde karar veren beran, sırt çantasını alıp gidiyor.
İmkanlar zorlanıyor, ayarlamalar yapılıyor.
Tutku engel tanımıyor.

Kıskanıyorum onu.
İsteyip de yapan herkesi kıskanıyorum.
Sanki benim bedenimi,
aklımı kelepçelerle bağlamışlar
da
ruhumun tuttuğunun peşinden gidemiyorum
ya
gideni pek bir kıskanıyorum.

Hiç beğenmediğim gerçekte, dengenin arkasına sığınarak, başarılı bir yaşam sürdüğümü iddia ediyorum ben.
Utanmazca
Gözlerimin içine baka baka
dalga geçer gibi
yapıyorum bunu.

Saat 4:25 sabah.
Bir tarafta Nip Tuck açık. Episode V, Ocean's 13 ve Fight Club'ı izledim bugün.
60 bilmem kaçıncı kez Fight Club. Aynı tutkuyla cümleleri tekrar edip, hak vererek, bombaları bizzat yaparak...

Kendimden şiddetle nefret ediyorum.

Hayatımdaki herşey copy of a copy of a copy...

25 Şubat 2010 Perşembe

YALAN DOLAN

Acıyorum kendime. Canıma da acıyorum, canım acıyor.
Hücrelerde toparlanmış ağrıyı gidermek için yeni yollar keşfetmem gerek. Yazıya verdim kendimi. Kazıya versem bişeyler bulurdum belki. Yazarak bir halt bulduğum yok, kimsenin de bulduğu yok.
Laf salatası, dilber dudağı.
Okan Bayülgen sarıcak adam bulamamış diyor Doğan.
Ben de saracak adam bulayım mı acaba.
Gevelemeden sadede gelme. Sade dondurmayı ağızda geveleme.
Yemekte bir porsiyon beyin rica ediyorum.
Ben bilmem beyin bilir.
Çok şey öğrendim de bir yaşamayı öğrenemedim.
Varlığımdan şüphe ediyorum.
Bir de kazlığımdan.
Zaten onları da pek tanıyamıyorum, kazları yani. Ördekleri sanıyorum kaz,demek ki aslında biliyorum da, sanmak istiyorum.
O zaman kendimi sanıyorum aşık, dum, sanıyordum madem.
Yalan, dolan bunlar.
Kurtuluyorum. Kurtuluyorum. Yalan söylüyorum.
Kurtulurum, geniş zamanda.
Geniş zaman gerek bana.
Ama yok, hiçbir şey için zaman yok.
Zaten zaman da yok gerçekten, kendisi olarak yani.

24 Şubat 2010 Çarşamba

ROMANTİZMA

Kendime engel olamıyorum. Kaydı yayınla-Yeni kayıt...

Ne çok dökesim gelmiş lafları. Öfke besledim ya, bir kaç zamandır ondan olabilir.
Birazcık romantizma o zaman.
Hastalık gibi.
James Blunt. Güzel adam vesselam. Tipik manada değil yalnızca. Müziği de güzel. Sesi de bi tatlı tatlı, hemen karşındaki, ilk adama aşık olasın geliyor. Büyü gibi, ok gibi maşallah.
Dine de düşürüyor galiba adamı, laflara bak vesselam, maşallah. Bir hanem kaldı eksik, gidip yazdırayım madem yeniden, islam diye...

Romantik işleri severim ben.. Böyle sürprizli aşıklar, cesur, fütursuz...
Allahtan (bak şu yaptığıma) onu da gördüm bu hayatta. Off ne görmek hem de, hayatım boyunca unutmayacağım güzellikler getirdi bana. Hoş onu da bok etmedik mi, ettik kardeşim.
İnsanım ya elimde değil, düzenli olarak sıçıyorum bu dünyanın ve getirdiklerinin içine.

Haaa, ama garantisini vereyim ki, dersimi aldım o işten.
Mallıklarımın hepsini geride bırakıp, bedelini de bir güzel ödedim.

Romantik işleri severim ben. Aşık olmayı da pek severim. Dilimi tutmadan, hesabını yapmadan,aşık olduğum adamla yaşamak isterim onu.
Öğrendim ya, paylaştıkça büyütebilirim artık.
Kimseler kusura bakmasın ki
lafı ağzıma tıkmayı, hesap, kitap yapmayı sevmiyorum.
Sevmediğim kadar da beceremiyorum.
Arkadaş yapacak birşey yok, aşık oldum mu, ben ne yazık ki kaçamıyorum.

İşte benim romantikliğim ancak bu kadar oluyor, maalesef.
Romantizma!!
Hastalık gibi....

BOMBA BANA

Kustum.
Serzeniş son bulsun artık. Keyif gelsin biraz da...

Elephant Gun...

Nerde bitsin ulan serzeniş. serzenmedikçe keyfi çıkar mı yaşamın.

Alın bir tane daha.

adam 26 yaşında müziğe vermiş kendini. Ne biçim işler yapmış...

Jim Morrison var...
Herif 27 yaşında öldü ama bizler hala onu dinliyoruz.. Ne laflar, ne hareketler.
İsyan.
Ruh isyanı, beden vurgunu...

Sanatla ifade edelim kendimizi, derdimizi dillendirelim de, insanların da derdi olsun, hep beraber yok edelim derdi. Sonra neye yapışacaksak.

Gerçekçi olalım madem.
Dillendirmeyelim. Zaten derdimizin ne olduğunu da pek bilemiyoruz, karar veremiyoruz. Düşünmekten eyleme geçemiyoruz.
Geçsek de bir halt olmaz, o da ayrı.
Gerçekçi olalım.
Filmi izleyip gidecek adam. Cümlesi "vay beeeaaaa".
Düşünecek, hak verecek.
Ok. Ama sadece hak verecek.
Biz de hak vermedik mi...
We don't need no education..
Ama okula gittik hepimiz. Bizim kadar gitmeyenleri de mütemadiyen aşağılıyoruz.
İzlemedik mi sanki hiçbirimiz "dr. strangelove or how I learned to stop worrying and love the bomb" ya da "Full Metal Jacket" ı.
İzlesin kardeşim büyük komutanlar.
Vay beeeaaa. Şapkayı tak, savaşa devam...

Gerçekçi olalım.

Düşler bunlar, içimize düşmez.

23 Şubat 2010 Salı

AŞK Rev. 1.0

Yazalı çok oldu.
Hiçbirşey yaşanmamış ve aşk sadece bana aitken
herşey daha temizdi...
Sevdiğim adam beni sevmiyor, ya da buna karar vermek istemiyor...
Ben de susuyorum artık.
Yan cebe koyacak birşeyim kalmadı.
Yardımcı rollerde aşık olduğumuz adam ve karmaşık düşünceleri.
Ben ve varlığım (şaibeli) veda ediyoruz.
ben artık sevmesem,
ya da hiç sevmemiş olsam,
ne kaybeder ki adam, değil mi...

Adam kendisiyle hesaplaşmaya giderken
kadın sahneyi terkeder...

AŞK Rev. 1.0

Susmak gerekir.

Sadece hayal işte...

Korkunun ecele faydası var işte...

Geçmişinle, geleceğinle, vur ketleri.
Ket vurmakla da biter aşk.

Cinayet

DÜŞ

Dağım var gidilecek. Giderim,
bütün yabancılıktan uzakta,
kimsesiz,
sessiz,
dertsiz,
umutsuz,
düşünmeden yaşayabilirim.
Cesaretim yok.
Dağım var, Cesaretim yok.

Huzur.
Kendimden kaçmadıkça nasıl yakalayacağım onu.

Değişim.
Hep olsun, olsun da nereye kadar, neden.
Ne geçecek elime, kimin eline ne geçecek benim değişimimden sanki.

Anlamıyorum sofistike cümlelerinden ben.
Basit
Herşey çok basit.
Ama karmaşıkmış gibi davranmak, balıklığından kaçıp insan olmak, düşünmek var ettiriyor kendini.
"Düşünüyorum öyleyse varım" demiş ya adam.
Büyük adam, büyük laf.
Hiç düşünmeden kabul ediyoruz biz de.
Ne çelişki kardeşim.

Düzeltiyorum:

DÜŞÜNÜYORUM ÖYLEYSE MALIM...

Düşünülmeyecek herşeyin üzerine düşünüp, düşünmem gerekenlerden kaçıyorum.
Düşünüp karar vermem icap ederken, kaçmaktan karmaşıyorum.

Kafam karışık benim de, ben de malım işte.

Dağım var.
Abartmayalım yalnız da kalmam orada.
Ama kimse dokunamaz bana, yabancılar uzakta.
samimiyetsizlik, hesap kitap işleri olmadan...
Herkes diyojen, ben de...

21 Şubat 2010 Pazar

DUVAR

Fight club'ı çok severim ben. Bir film, kitap olmasının ötesinde bir düşünce biçimi, bir hareket ve şizofrenikçe bir dost olarak...

2000 senesi, hayatımın travması, herkesin bir travması vardır benimki de bu işte. Yatıyorum tavan dostluğu, göz aşinalığı var bütün siyah noktalarına tavanın...
Aslında yatıyorum değil o eylemin adı galiba, kalkamıyorum...
Kemikleri un ufak olmuş genç bir insanım, acı pek yok, yatmak unutturuyor bir süre sonra bedenin acısını ama ruh, o başka....
Yapacak birşey yok, kimse yok... Ama afişler var.
Tyler Durden bakıyor başucumda her gün, her saniye... Ulan bak bak nereye kadar. İnsan o kadar uzun zaman konuşmazsa dili unutabilir. Konuşuyorum ben. Buraya kadar bir şeyimiz yok zaten. Ben hafif kafayı kırmış sakat bir insanım, duvardaki afişle konuşuyorum, ben de biliyorum onun afiş olduğunu ve o tabii ki bilmiyor. Ama tek başına yapınca o konuşmak olmuyor millet. Zaman gelir afiş cevap verir. Gerçeklikten çıkmak bu kadar kolay. Biraz konuş duvarla, kafası şişer dinlemekten o da başlar konuşmaya..
30 yaşındayım, yatak odası takımı sahibiyim. Şimdi yine var afişlerim, Tyler Durden ve ben... Her an ağzını açacakmış gibi bakıyor bana ve ben, inanmadığım tanrıya, bunu yapması ve beni buradan uzaklaştırması için dua ediyorum.
Umut bitti insanlıktan, duvara yaslanıyorum.
Oysa duvarlar istemezdik biz.
Kurtuluşumun duvardan geleceğini kim bilirdi acaba...

16 Şubat 2010 Salı

BAŞLIK

Bir insan var deli gibi sevdiğim, beni benden daha iyi gördüğünü bildiğim; ona yazdığım bu mesajda yine serzenirken kendime, buraya da yakışır dedim. Hoş yakışsa ne yazar, yakışmasa ne yazar o da ayrı...

BEN BEZDİM

o kadar sıkıldım ki yalancı aşıklardan, yalancı insanlardan, yalancı sanatçılardan. gerçekten ücra bir köşede hiçbiriyle uğraşmadan yaşamak istiyorum. Gitmek gerekiyor çünkü durunca dayanamıyor konusuyorum, çabalıyorum, boşa çıkınca yıkılıyorum.. Yıkılmaktan yoruluyorum. Çocuk gibi kanmaktan, inanmaktan, ummaktan bunalıyorum. Kendimden çok ama çok sıkılıyorum, beni benden ne kurtarır lanet olsun ki bilmiyorum...

12 Şubat 2010 Cuma

DURMAM

Bir yazıya müzikle başlamak her zaman iyidir. Moduna göre müziğini seçersin gazla komutaya geçersin. Fakat bir de seçtiğin müziğe göre moda girmek var, o daha da bir tatlı olur. Eli götürür çünkü müzik. Uzatmadan geçmem lazım, bir türlü geçemiyorum, "çenen hiç yorulmuyor değil mi" demişti dün bir arkadaşım çok konuştuğumu tatlı tatlı belirtmek için, maalesef elim de yorulmadığı gibi laftan anlasam da değişemiyorum.

Kendime serzeneceğim:

Kontrol delisiyim ben. Dikte olmaz falan diyorum ama hafif bir diktatör edasıyla verip veriştiriyorum, kendiminki de dahil bütün hayatlara, hareketlere, sözlere, yazılara. Kendime haksızlık etmek istemem; ne de olsa ben olmadan olmuyor, her zaman yapmıyorum tabii ki bunu ama hiç yapmasam daha iyi aslında, öncelikle kendi sağlığım için.
Clocks çalıyor işte "am I a part of the cure or am I part of the disease" işte bomba soru tam da zamanında geldi...
İyi duygularım var; insanlar daha mutlu, yaşam daha zahmetsiz, herkes bol keseden sevgi dolu olsun istiyorum, sürekli bir uyarı, fikir yürütme durumu.
Ulan bana ne oluyor, nerden karar veriyorum neyin doğru olduğuna da çat çut konuşup akıl veriyorum herkese.
Biri tutturmuş intikam planları yapıyor; ben diyorum ki "bak bunu yapma sen acırsın en çok". Nerden belli, belki adamın içinde hiç sorgulama yok. Gönül rahatlığıyla alacak intikamını koyacak başını huzurla yastığına.
Biri acı çekiyor başkasının intikamından; diyor ki bitti iyilik içimde. Ben ne diyorum bu sefer "yok öyle yapma gördüğünü göstermekten vazgeçersin o zaman, dünyaya zarar, senden çok". ulan belki adam dertlerinden krutulacak, iç huzurunu böyle bulacak.
Biri düşüncesizlik ediyor; acıtıyor arkadaşının canını, korkuyor, kovulmadan kendi gidiyor. Ben dingil ne diyorum "gitmeyeceksin, artık sen değil, o acıyı yaşattığın adam önemli, yok sayacaksın doğrunu, sileceksin ettiğinin etkilerini". Ulan adam belki bahane edecek öyle gidecek, gidince kendini rahat hissedecek.
Biri kararsız kalıyor; ne yapacağımı bilemiyorum, istiyorum ama kırarsam diye korkuyorum diyor. Ne desem acaba pek bilmiş ben "istediklerini yaşamak istediğin kişi kavradıktan sonra durumu, yürüyeceksin, kim neden emin olmuş bu güne kadar ki sen kimi ne zaman seveceğinden emin olacaksın. birinin canı acır belki ama buna katlanacaksın" ulan uzak duracak belki, bu yüzden unutacak, başka birini bulup derdi dert etmeyecek.
Adamın canı sıkılıyor, zor günler geçiyor, karar veremiyor, çözüm bulamıyor. Ya ben ne yapıyorum "bunu seçen sensin, hepsini kendin yaptın, sonucuna katlanacaksın, arkayı kapatıp zırlamadan önüne bakacaksın". Ulan adam o sıkıntıyla çıkacak belki işin içinden, önce üzülecek sonra görmesine gerek bile kalmayacak belki.

Durmam lazım, herkesin hayatını, kararlarını kontrol etmek galiba bu, hedefim bu değil belki ama sonucum buymuş gibi duruyor. Kimisi alıyor, kimisi almıyor.
O zaman da dertlenmemek gerek.
Adam gitmişse, yolunun açık olmasını dilemek gerek.
En iyisi o yolda hiç iz bırakmadan, yok olmak gerek.

4 Şubat 2010 Perşembe

BIÇAK

Şimdi bilmiyorum işte... niye açıp da bu sayfayı, kulağıma DOGS'u taktığımı bilmiyorum.
Tam da diyor ki:
you have to be trusted by the people that you lie to
so that when they turn their backs on you
you'll get the change put the knife in.

Demek oluyor ki:
yalan söylediğin insanlar için güvenilir olmalısın
böylece sana arkalarını döndüklerinde
bıçağı saplayacak şansı bulacaksın.

Ne büyük çaba...
Yalanlar, yalanları takip etsin. Hafıza öyle ki gerçek yapsın o yalanları sana
Ne büyük acı...
Takip et, hesapla, kasıl, kork,
o bıçağın iki ucu da sivridir oysa.

Ne için...
Kimi zaman güçlü olmak, kazanmak için
Para biter, güç geçer oysa.
Yalanını doğrusuyla örten gelir sonunda.
Kimi zaman, hatalarınla yüzleşmemek için
onları hata yapan da sensin oysa.
kabul etmedikçe tekrarlanmaz mı sanki.
Kimi zaman kendini daha kıymetli hissetmek için
varlığa değer biçilir mi oysa.
hangi, ne senden daha kıymetli olur ki sen onlardan daha kıymetli olasın.
Kimi zaman başkasını mutlu etmek için
herşeyi geçtim, gerçekten istemedikçe karşındaki bunu yer mi...

Güçlü ol, kendine güven, mutlu ol, mutlu et, eğlen, yaşa, dalga geç...

Yalanla, yalandan. Sen neden yersin ki bunu?

Elinde olmayanı, aklında durmayanı, diline de sürmeyeceksin. Ettiğin kadarıyla, ettiği kadarını alıp, öğreneceksin fazlasını, belkeyeceksin zamanını.

Kabul edemediğin birşeyi yapmayacaksın. De ki göremedin, bir halt yedin, e o zaman yaptığın andaki gibi içine alacaksın onu, başkalarına olan etkilerini geri çevirmek için kendini yok sayacaksın. Acısını da çekeceksin, sürüneceksin belki, ezileceksin, boku yedin tadını da hissedeceksin.

Kendini kimseden aşağıda görmeyeceksin, kimsenin üstünde görmeyeceğin gibi. O yüzden ezilmeyceksin, ezmek için yalan asla söylemeyeceksin. Hep diyorum; kardeşim "kendini bir halt zannetmeyeceksin" ama "hiçbirşey hiç zannetmeyeceksin". Birşey olmak için yapmadıklarını yapmış gibi göstermeyeceksin. Abartmayacaksın kendini.
Kabul görmek, sevgi almaksa derdin; önce sen kendini olduğun gibi kabul edeceksin, öyle seveceksin. Olduğun haline ilişmek istemeyeni rahat bırakacaksın, bu hakkı var çünkü.

Uzun uzun debelenelim, tutku geçmiyor ya içimden. İstiyorum ki dursun yalanlar, yok yere hesaplar. Rahat bırakınca insan kendini soğuk bile o kadar dokunmuyor, kasıldıkça daha çok üşüyorsun.
Göz görsün, akıl bilsin artık.
Kabul etmedikçe olmuşu, olduğu gibi, değiştiremeyeceksin ne kendini, ne geleceğini...