11 Kasım 2009 Çarşamba

GÖRECE

Ofisin zamanından çalıyorum, zevkle
Göreceli zamandan göreceli üçkağıt.

Yağmur nefesimizi tazelemek için yağarken Antalya sokaklarına, ben hapis hayatımın ezber hırsızlıkları içinde debeleniyorum.

Değiştirmek istiyorum ya dünyayı, hiç durmadan konuşuyorum, tutkum; tek benim bildiğimin doğruluğuna taptığımdan sanılıyor.

Açıklama yapmalıyım:

Farkına vardığım bildiklerimin, aslında çok da var olmayan şimdide, doğruluğuna inandığım doğrudur.

Çünkü

Daha önce dillendirdiğim üzere hepsini kendim buldum. Dikkat çekmek isterim; kendim buldum, fakat kendime, mutlaka bir tek ben değil. Dolayısıyla hepsine inanıyor, hepsini savunuyor, kendi elimdeki, beni tatmin etmiş bilgimi paylaşıyorum.

Soruyu soralım;

- Ey çok bilmiş, fakat aslında yaşı bilmeye yetmez kişi, benim de senin bulduklarına inanmam mı gerek?

- Hayır. Paylaşırkenki amaç bu değil, dikte etmek değil bilgi vermek. Ne zaman ki insan bir veriyi kafasında işleyip, gerçekliyor ve kullanılabilir kanıtlanmış bir bilgi haline dönüştürüyor, o zaman ki; zaten bulduğu şeyin en yeni, en gerçek, illa derecelendireceksek, en üst bilgi olduğunu düşünüyor. Eğer ki gelip kendisinin geçtiği ve kapattığı yerleri açar, buna dair bir fikir belirtirseniz, ancak dinlenebilir ve hoş görülebilirsiniz. Çünkü bu kişi, sizin fikrinizin doğruluğunu sorgulamıyor, çünkü yanlışlığına karar vermiş.

- Yani benim fikrim yanlış, bir seninkiler doğru??

- Hayır. Herkesin doğrusu da yanlışı da kendine. Bana bu doğru, kendi doğrumu savunurum, savunurken isterim ki sen benim, sen gibi düşünürken sorduğum soruları sor, cevapları ara. Hiç olmadı benim sana sorduğum sorulara cevap ver. Dön, bak kendine, sen de aynı şeyi yapıyorsun aslında. Çünkü; herkesin doğrusu da yanlışı da kendine.

- Dogmacılık bu, tartışılmaz fikirlerini paylaşıyorsun yüce bilge?

- Ben de düşündüm acaba öyle mi diye. Ama değişebilirliğini reddetmiyorum ki, sen bana kanıtlarını sun, sorgulama sonuçlarını göster, beni ikna et. İkna olma potansiyelim var, yeter ki çıkarımların benim mantığımla ters düşmesin. Bir de tabii açı işi var. Bazen benim olduğum yerden görünmüyordur belki senin düşüncelerinin mantıklılığı, tıpkı bazen senin oradan görünmediği gibi benimkilerin.

Kabul etmek gerekiyor ki, bu laf kalabalığının söylemek istediği birkaç tek kelime var: Görece, Algı, Farkındalık…

Agresif üslubum; hareketlerimin gerekçelerini görmelerini, beklemek istemediğim için insanların. Yaptıklarının nedenlerini açıklayan bir insanım, bunu da hissettirmeden sinsice yapmak istemiyorum, yüzüne, gözüne, ruhuna vurmak istiyorum karşımdakinin.

Sevdiğim adama, nedenini anlayamasa da, Seni Çok Seviyorum diye tekrarlamalarım da bundan, olur da bir hareket benden ona başka giderse algıdan kelli, aklında dönsün dursun diye cümlem.

Yanlış yapınca, dile getirip özür dilemem de, reddederken bile açıklama yapmam da bundan... ve o da, ve bu da....

Yani anlayacağınız hiç durmadan konuşuyorum ama, hep kelimelerin yettiği kadar anlatayım hiç değilse diye… Çünkü hareketin gidişatı da bir o kadar görece...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder