2 Aralık 2009 Çarşamba

HEYECAN

Doktor olmadığımdan olabilir ki pek tanımlayamıyorum şu heyecan denen şeyi. Zaten şey dediğimden belli belki…
Ama ifade edesi var işte yine de uslanmaz ellerin; dedim ki “nedenini bilmesem de hissini tarif edivereyim”:

De ki yeni bir sorudan yeni bir cevap çıkardım; kollarım uzuyor, yeni bilgi edindim ya, ellerim gökyüzüne değiyor.

De ki Neverland’deyim; ellerim titriyor, kafam büyüyor. Var olmayan bir yerde var ettiğimden kendimi bedenim değişiyor.

De ki sinemadayım; karanlık çöktü mü, yüzüm gülüyor, nefesim hızlanıyor, bazen yetmiyor. İçindeyim ya birinin gözünün, hayatının, bedenim yok oluyor, ruhum özgür.

De ki yazıyorum, mesela şimdi; kafamı duyuyorum, elimin klavyedeki sesiyle. Yetişemiyorum ya düşüncenin hızına kalbim büzüşüyor.

De ki yazamıyorum, mesela yürürken; ağırlaşıyor midem, kasılıyor bacaklarım. Fikir geldi de kaçıverecek ya, ya da değişecek ele gelene kadar, saçlarım çekiliyor.

De ki bir grubun içindeyim; derdi dert, ruhu taze, arzusu diri, umudu açık; aklım duruyor. Konuşacaklarımın yarısı gidiyor. Gördükçe yeni fikirleri, gözlerim açılıyor da, kalbim büyüyor.

De ki yeni tanıdığım bir insanla, bir çıkış noktasından bir yere geliyor muhabbet; kulaklarım sağır oluyor, başka sesler yok oluyor. Başka biriyle aynı yerde durduğumdan, konuşulanlar kelimeler olmuyor artık, onlar da duyulmuyor.

De ki adamı gördüm; kafam yanıyor, gözlerim köreliyor, adamdan başka her şey uçuyor. Eli elime değse, kazayla bile; yok oluyorum, tamamen yok. Ne ruh benim, ne beden, hiçim o zaman, hiçliğimden haberdar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder