27 Temmuz 2010 Salı

GERÇEK

Nedenini hala anlayamasam da beni seven o kadar çok insan var ki bu dünyada.
Var oldukları için şükrediyorum.
Ama dur bunu söylemek değil niyetim.

Edeceğim başka iki laf var, inkarı bir maharet sanmış yüzmilyonlarcasına.

Aşk.
Aşk, bu dünyada bir insanın başına gelebilecek en güzel ve en önemli şeydir.
Hiç sanılmasın ki herkeste başka başkadır. Öyle olsaydı, bir adı olmazdı emin ol.
Herkesin içini yakar, herkesin midesini döndürür.
Herkesin en mutlu olduğu anlar onunla birlikte olduğu anlardır.
Yok öyle, hergün birşeye aşık olmak lafları. O aşk, bu aşk değildir.

Aşk.
Bir tek aşk, bütün varlığı-yokluğu unutturur.
Bir tek aşk, insana kendini unutturur.

Aşığım ben.
Başka hiçbir şey yok.
Bu zamana kadar canımı acıtmış hiçbir kimse, hiçbir an.
İsterdim ki...
İsterdim ki; sevgilim...

Ama yok işte,
Yapacak birşeyim de yok.
Acısını da bal gibi çekeceğim.

Ne de olsa;

Aşk.
Bir tek aşk
hep benim...

23 Temmuz 2010 Cuma

ACI HABER

Öğlen yemeğinde Hurriyet magazin okumayı seviyorum ben.
Üzücü bir haber vardı, Ayda Aksel'in kocası ölmüş.
Kadın iş için Ankara'ya gitmeden önce bir kahve içmişler hava alanında,
sonra haber gelmiş, kalp krizi geçirip ölmüş adam.

Dün, artık sevgilim olmayan adama diyordum ki;
o kadar plan, hayal, hepsi bir gün içinde nasıl silinebiliyor, yok oluyor.
Nasıl kabul ediyorsun, nasıl katlanıyorsun.

Bugün cevaplarımı aldım işte Ayda Aksel'in kocasından.
Ölüyorsun.
Ölüyorsun ve artık onca hayal, plan, mutlu an, hepsi senin kontrolün olmadan gidiyor.
Hiçbir şey, hiçbir şey yapamıyorsun, sevdiğin anları geri almak, yaşamaya devam etmek için.
Ölüm benim için şaibeli bir konu belki ama hissedilen gerçeklikte o kadar vuruyor ki insana.

Ben de ölüyüm işte,
ve bu kadar ölüyken sevgilimin ölümüne katlanmaksa gerçekten çok acı.

TRAV-MA

Bu kızgınlığı içimde taşımayı hiç sevmiyorum.
Vücudum ağır geliyor ruhuma o zaman.
Külçe gibi, kocaman, işe yaramaz bir kütük gibi.
Evet kendim yapıyorum ama nasıl değiştireceğimi bilemiyorum.
İyi şeyler mi düşüneyim.
Neyi mesela, o kadar gereksiz ki o iyiler şimdi.

Nedenleri çok mühim değil, ateşleyicilerin işi zaten bitiyor bir süre sonra.

Travmalar iyidir değil mi, büyük aydınlanmalara giden yollar hep travmalarla açlır.
Ama yine de bilmediğimi bilmemeyi tercih ederdim.
O zaman herşey çok kolay, çok çabuk olurdu.
Şimdiyse ağır ağır, acıta acıta geçiyor zaman.
Akreple yelkovan batıyor ayrı ayrı, ruhuma.

Hoş depresyonunu seviyorum.
İnsansı terbiyesizliğimi dışa vuran en büyük şey aşk acısı değil mi.
Kendimden anlayışlı olmayı, empatiyi, düşünceyi falan beklemediğim tek zaman bu.
Neyimin aşk acısıysa o da ayrı, benim bir -mış gibi yapasım var da ondan.
Dinlenme gibi. Nefrete de zaman ayırmak gerek yoksa yeniden nasıl seveceğim.

İŞTE BÖYLE

Kızgınım, hem de çok.
En az üzgünlüğüm kadar.

Kimseye iyi davranacak halim yok.
Eğer ki hak-hukuk meselesiyse bu, benim hakkım var tam da şimdi kimseyi sevmemeye.
Sizler; küçük götler, hiçbiriniz zaten haketmediniz iyi davranılmayı tarafımdan, sadece hoşgördüm acemiliklerinizi, ama onu bile anlayamayacak kadar küçüksünüz yavrularım.
Umurumda bile değil bundan sonra yediğiniz haltlar,
tıpkı bundan önce yediklerinizin de umurumda olmayışı gibi.

Mutlu olduğunuza eminim şimdi çünkü zaten ne demek olduğunu da bilmezsiniz siz.
Hiçbir zaman sevmediniz dünya üzerindeki herhangi bir şeyi.
Mutlu olduğunuza eminim çünkü bu kadar sizin bildikleriniz. Bilmediğinizi bile bilmezsiniz.
Keşke dinlediğiniz ufacık bir müziğin sadece bir köşesini anlayabilseydiniz.
Yok ama yüzeysel özentilik denizinde yüzmek yeter size.

Çabalarımı bile küçültecek kadar küçüksünüz,
oysa ben kimseyi boyutlarına göre sevmezdim.

Kızgınım, hem de çok.
Kendime en çok.
Bile bile, yine de size verdiklerim için.

Geçecek kızgınlık, üzüntü gibi.
Ama şimdi çok kızgınım.

İsteyenler olduğuna eminim,
kardeşim yeni evlendi ya, kınası var evde hala.
Şimdi rahatladınız, kınanızı da ben vereceğim.

22 Temmuz 2010 Perşembe

öööööffffffff

Annemin bahçesi tamamlandı.
Galiba rakı açılışını ben yaptım bugün.
Dün deliler gibi istediğim fakat elde edemediğim semizotu salatası, rakımın yanında duruyor şimdi, tamamen tesadüf!

Şu an herşey istediğim gibi.Keşke biraz daha rakım olsaydı.
İnsanım ben hala,
hiçbir zaman istediğim gibi değil herşey, ya da herhangi birşey.

Sigarayı bıraktığımdan beri, içkiye direncim düştü, aram da bozulmuştu gerçi
ama düzeltiyoruz yavaş yavaş...

o kadar çok kişiye ihtiyacım var ki,
Selman ustaya mesela hayvan gibi ihtiyacım var.
Uygar'a ihtiyacım var benim.
Elif'e ihtiyacım var.

Bir kendime ihtiyacım yok.
Bu aralar o kadar sıkıcı ki
hayatımdan defolup gitse ve bir daha geri gelmese pek makbule geçecek.

HOMER

Böyle zamanlarda daha da özlenir oluyor benim için neverland...
var olmayan bir yerde var olmamak istiyorum çok.
Duygumu özlüyorum, istemiyorum ondan vazgeçmek.
Hoş zaten geçemiyorum da.
Her an, içimi kemiriyor, sanki kalbimden çıkan böcekler mideme kadar kemirip içimi boşaltıyorlar.
Marifet.
Yalnızlık.

Kimse bilemez ki nedir, kimse ben değil.

Kabul etmeyeli çok oldu, olanı.
Değişim arzusuyla tanışalı da.
Bencilliktir belki, herkesin doğrusu kendine mi gerçekten.
benimkiler bazen başkasına gibi de geliyor.

Dün tanıştığım tatlı oğlan,
sanki bana, kendime söylediklerimi söylemek için gelmiş gibi,
yanan enerjisiyle ne güzel dillendirdi.
"Canını acıtacak belki ama bunu söylemem gerek: Belki şu an çok mutludur o. Senin ne yaşadığını bilemez, hiçkimse bilemez, bilsek de zaten bize ne ki. Sen biliyorsun ne demek olduğunu. Yani sadece kendine yapıyorsun."

Gerçekleşmeyen hayallerine yenilmiş birisiyim.

Ve biliyorum çok sıkıcıyım.

İnsan insandan vazgeçer mi derdim,
cevap defalarca yüzüme çarptı.
Artık reddetmemem gerekir.

İnsan kendinden vazgeçer mi?
anlıyorum ki benim geçmem gerekir.

20 Temmuz 2010 Salı

NATURE BOY

Kardeşim evlendi benim.
Gözleri de kendileri gibi ışıl ışıl aşkla parlıyordu her ikisinin de evet derken.
Davetiyelerine eklediğimiz o güzel cümleyi karşılıyordu ikisi de.
Her ne kadar şarkının kendisini dinleyememiş olsak da, (eğer içmeye vakit bulabilseydim rakımı) kadehimi o cümlenin bu taşıyıcıları için kaldırmak isterdim.

NAT KING COLE'dan dinleyin:

There was a boy
A very strange enchanted boy
They say he wandered very far, very far
Over land and sea
A little shy
And sad of eye
But very wise
Was he

And then one day
A magic day he passed my way
And while we spoke of many things, fools and kings
This he said to me
"The greatest thing You'll ever learn Is just to love And be loved In return"

BALIK BANA

Şimdi hava çooook sıcak Antalya'da.
Yanıyoruz yani o kadar, cehennem ateşi (çok gördüm de ben).
Deniz de bir halta yaramıyor kardeşim, giriyorsun, belli değil suda mısın dışarıda mı.
En iyisi buza yatmak gibi geliyor bana
Sıcak pıtır pıtır dökülürken vücudumdan su diye,
kendimi bir balığın peşinden kutuplara vurasım geliyor.
Şöööyle uzansam buzlara, kulağımda hafif bir müzik, sakin sakin.

Sonra uçsam balıkla, balık bana, balık ben.

GEVREK

Bir taraftan Jülide Özçelik dinlerken, bir taraftan Bülten hazırlıyorum:
onu oraya mı koysam, bu karakteri ve bu rengi mi kullansam,
acaba resimleri nasıl yerleştirsem falan derken birden aklıma geldi:
Güzelim ruhum Elif KIZIL ile yaptığımız kısa neverland tatminimizde,
memed abinin mükemmel salatası eşliğinde rakı içerken,
Alp-Perihan sevdiceklerim aracılığıyla elimize geçti;
Echo Bar'ın yanlışlıkla Haziran yazılmış Temmuz ayı programı.
Akın Eldesler, Bület Ortaçgiller, Sibel Köseler
ve işte
mevzunun aklıma gelmesinin müsebbibi Jülide Özçelikler
derken, bizim kaçamak günümüze DJ Performancelar denk geldi, gitmedik.

Neyse ordan kelli aklıma Echo Bar'ı o küçücük yerde yürütmeyi başarıp,
kocaman bir performance hall haline getiren sahibi,
kardeşimin küçüklüğünden Mesut Halası geldi (Ailecek pek severiz kendisini.).
Bütün bu güzellikleri benim varolmayan cennetime taşımayı başaran, nice yıllar,
herkes dayanamayıp kaçarken medeniyete,
cennette-ona ait olduğunu kanıtlayarak yaşayan Mesut hala.
Sonra onun o entelektüelliği geldi gözlerimin önüne;
ölçülü, saygılı, en taşkınlığı bile büyük bir incelikle ve derinden yapar halleri geldi.

Sonra da kendim geldim.
Kesinlikle bu entelektüel kişilik profiline uymuyorum ben,
bir entelektüel olamayacak kadar çingen tavırlarım var.
Sakinlik hak getire,
sanatta hiç sevmem sanat sanatçılarını,
daha bir gevrek insan havası var bende.
Efendim bir az ve de öz konuşmak, asil davranmak falan hiç yok, hiç.

Gıpta ediyorum valla, ve biliyorum ki bu, olgunluk, yaş ya da zaman meselesi hiç değil. İnsanın özünde var o. Mesut'un da gençliğini biliyoruz, o zaman da yoktu çingenlik kendisinde (şimdi çingene dostlarım alınganlık etmesinler zira o neşeli, güzel tavra ayrı bir hayranlığım var).

Aklıma geldi işte, pay edeyim dedim. Bu sana, bu bana.

19 Temmuz 2010 Pazartesi

END TITLE

Ne olursa olsun, ne yaşanırsa yaşansın, ne kadar acıtırsa acıtsın,
müzikle arama duvarlar örmem...
Söz uçar, müzik kalır.
Acı biter, müzik kalır.
Aynı müzik acıyı hatırlatırken, geçtikçe tatlanıverir.
Hatırlattığı anılar silinir, hayaller gelir.

Olmayan zaman, olmayan gerçekte geçiverir, doğru.
Var olan, yok oluverir.

Ama hepimiz ölücez,
belki çok çabuk,
hala aklımızda laflar varken söylenecek...

O kadar yakınıma geldi ki ölüm, hiç yok olmuyor.
O yüzden nefesim tükenene, değerim silinene kadar
söylüyorum içimdekini,
onun bunun yüzüne, senin yüzüne.

An-ı silinir, merak etmiyorum.

Teşekkürler...

18 Temmuz 2010 Pazar

SİNİR ANI

Elimde değil, dilime hakim olayım:

İyi insan nedir bilmiyorum, kuşkusuz göreceli, kuşkusuz tanımlanamaz.
Genel yargılar var daha çok, onlara göre iyi-kötü oluyoruz.

Peki ya kendini iyi diye tanımlamak ne demek.
Bence biraz içeriğini çürütüyor o.
Ben de yapıyorum bazen, ayırmayayım kendimi.

Ama kendini iyi zannedip de;
kendinden başka kimseyi düşünmeyenleri
kendini bir grubun başı ilan edip, ona buna hükmedenleri gördükçe çileden çıkıyorum.
Hangi hadle acaba kendini bir halt zannedersin, sözde dostum, yalan cinsdaşım.
Eline verilen sevgiyi, saygıyı
alıp da hangi hadle kendini sözde yücelere çıkartmak için kullanırsın.

Acaba daha ne kadar duymayacaksın,
kendin olmanın sana verdiği rahatsızlığı.
Yarattığın etkilere verilen tepkiler, elbet kaybeder etkisini
zaman geçer belki ama yok olur gider.

Ya senin yastık kardeşim,
Etkin hep içinde.
Yastığa koyduğun kafan her seferinde daha da çirkinleşecek.

Hiçkimse o kadar masum değil kardeşim.
Kendine söylediğin yalanlar gün gelip bitecek,
ya da seni yiyip bitirecek.

Çok geç olmadan dön bak derim,
sana yemin ederim
hiçbir edinim, hiçbir para, hiçbir güzellik
seni benden daha büyük yapmayacak, beni senden yapmadığı gibi.
Demiyorum ki hata yapma,
egodur yenilirsin,
Ama gözünü açık tut kardeşim, başkasına değil, kendine.
Özür dilemek seni daha küçük yapmayacak ne de olsa.

ÇÜRÜK

Diyecek lafım yok kimselere artık.
Söylemekten, göstermekten yoruldum.
Elindekinin değerini bilmeyen onlarcası,
kaybetmenin acısını diri diri tadacaklar ne de olsa.

Birbirinin, sadece birinin üstüne çıkmaya, kazanmaya çalışanlar
ödüllerinin pişmanlığını, yastıklarında duyacaklar.

Ağzımdaki kekremsi yalnızlık,
içkimle yok olup gidecek.
Ben alkolik olacağım,
dünya terk edilmiş.

17 Temmuz 2010 Cumartesi

Yoksa Yok mu

Birinin korkaklığı, diğerinin acemiliği.
Sebepler ve sonuçlar.

Birinin sessizliği, diğerinin bilgisizliği.
Sebep olanlar, sonuç olanlar.

Dilencilikten ölürüm galiba ben, gün gelince.
Dilencilik de ölebilirdi belki, ama kendimden vazgeçmeyecek kadar inatçıyım.

Birinin verdiği müzik diğerinin acısını hissettirirse...

Sebepler, sonuçlar.

Yaşam ne demek bilmiyorum.

SOKAR DİYE BALIK VAR

onlarca giriş yapmışım, milyonlarcasını yazasım var.
Ne çok şeyle derdim var.

Sanırdım eskiden; derttir insanı zenginleştiren.
her gelirin bir gideri var galiba.

Kutsal denge..

Yok olanlarla yok olmayı da marifet sanırdım.
Güzellik budur,
değildur.

Ona daha çok aptallık deniyor galiba.
Belki de aptalla aptal olmak.

Çocukla çocuk, aptalla aptal olurum,
Üstelik itinayla yaparım bunu.
Demek ki akıllıyla da akıllı olurum.

Ama böyle dengeyi bozuyorum.

Aptalla akıllı, çirkinle güzel olurum.

Her zaman dengeyi korurum.
Bu zamana kadar giren girdi, bundan sonra sokan olurum.

14 Temmuz 2010 Çarşamba

SAZAN BENİM

Acıtmışlar, acıttıklarını unutmuşlar, acımaktan dert yanarlar...
Oysa anlamam acıtmaktan bile bile, kimsenin üstüne yıkmam kendi acımı da,
ama
aynı hikaye
söylerim de anlatamam.
Çağrışımlar, çağrışımlar...

Hoş yanlış anlamayı da ayrı severim ben.

Onu bunu geçelim.
Hikayeler, hikayeler...

Sazanlığım ayrı hikaye.
Herşeyim herkeste...
Oysa ellerinde tutmayı bilirler hayatlarını, kendilerine saklamayı...
Önemsiz olaylar, paylaşılmaya değmezler.
Ben sanırım ki herşeyi paylaşmam gerek,
başka bir yerde duyan kulaklar,
kendini dışlanmış hissetmesin.

Çok düşünürüm ben, çok düşünürüm sazan gibi.
Salak gibi.
Es geçeyim, boşvereyim.
Gün gelip de giderken,
Sorsunlar nedendir.
Nedeni baştan beri bellidir derim.