21 Nisan 2010 Çarşamba

YANGIN

Elime alsam rakıyı,
güneşi batırmak için otursam Büyükçakıllara.
Hafifçe eser kulaklarımda neverlandin rüzgarı.
Hiçbir yele benzemez o, tatlı tatlı fısıldar,
haydi bir kadeh daha...

Kaybolmaya,
acıyla kavrulmaya,
sevmeye,
sevip de nefret etmeye,

İçimizi yakar aşk, akan rakıyla, her yudumda, her nefeste.
Öylesine tutulmuşuz ki;
yaşama.

Orda,
bütün yabancılıklardan uzakta,
bütün yalancılıklardan uzakta.
Kimsek o, oysak bu olmuşuz.

Kavgasını etmiş,
ayrılıklarımızı görmez,
bildiğimizin üstünü örtmez olmuşuz.

Hal böyle olunca ne denir ki başka,
Kaş bir tek neverland bana...

Özledim Usta.
Denizler getirsin seni geri,
elimizde kadehler, dinle bıkmadan beni...

19 Nisan 2010 Pazartesi

DUMANA VEDA

Yok bıraktım.
Geliyor, kovuyorum.
Kaç kere kovulacak,
sonunda o da bıkacak.

Karşımda öylece durmuş bana bakıyor
Çağırıyor sinsice.
Ama yok.
Sevmiyorum artık onu.
Yanımdaki halini seviyorum, özlüyorum ama
içerde bıraktığı izi istemiyorum.
Beni içten içe çürüten nefesini sevmiyorum artık.
Onu sevmenin bana bu kadar zarar vermesini sevmiyorum.
Onu istemediğimi düşünerek sadece onu düşünüyor olmayı hiç istemiyorum.

Yok sayıyorum onunla olmuş olan bütün ilişkimi,
Duyduğum bütün sevgiyi,
Beraber içtiğimiz içkileri...
Yeni günler, varlığını hiç hatırlamadan geçecek.
Saymayacağım, dokunmadığım günleri...
Aramızdaki herşey bitti artık.
Bir yabancı gibi.
Tadını unutuyorum şimdi...
Hiç anmayacağım güzelliklerini.

14 Nisan 2010 Çarşamba

DELİ

Özgürce dans etmek isterdim.
Bir gün orada, bir gün burada.

Genel gerçeklerin içine tıkılmadan,
tıkıntılarımın hesabını tutmadan yaşamak isterdim.

Genel gerçekler değil, gelir geçerler olsun hayatımda.

Suya dokunmak,
üşüyeceğimi düşünmeden,
aslında hiç düşünmeden.

Dertleri dert etmeden,
Nefesi es geçmeden...

paradokslarıma hapsolmuşum ben,
özgürlüğümün hayalini kurarken
elimden alıyorum onu...

En çok sokak köpeklerini kıskanıyorum,
bir de kedileri...
Ben köleliğime adım atarken,
adamlar güneşe vermiş
yaydıkça yayıyorlar ya,
Deli oluyorum o dakka,
kıvrılıp yanına yatıveresim geliyor da
deli derler diye yapamıyorum...

YETTİ

İnsan sıkışır ya bazen, kendi çelişkisinden, kararsızlığından değil ama verdiği kararın doğruluğunu sorgulamaktan, ya da kararının çektirdiği vicdan azabından...

Kendimi bilirim,
(hoş bazen bilmezlikten de gelebilirim.)
anlatamamak sıkıştırıyor insanı,
kendi kendine, kendinden vazgeçmek de sıkıştırıyor.

Birini sevmek için neleri feda edebilir insan?
Kendini de edebilir işte.
Hoş, varlığını feda etmek mesele değil de,
yokluğunu da edebiliyor demek ki.

O kadar güzel ki benim sevgilim, onu severken acı çekmek beni acıtıyor.
Bunun sadece benimle ilgili olduğunu anlayabilir mi acaba?

O kadar seviyorum ki onu,
yok ölçütlendirmek değil bu.
Başka seviyorum işte...
Dünyanın içindeki herkesten, herşeyden, hiçbirşeyden, başka.
dengeyi mi bozuyorum, bozuluversin bir de benim için madem.
Başkaları sevmeyerek yeniden oturtuyorlar nasılsa yerine....

13 Nisan 2010 Salı

YAPRAK

Dedim ya şaşırıyorum, şaşkınlıktan doğru düşünemiyorum artık galiba ya da doğru yazamayadabilirim, bilemiyorum.
Çok da önemli değil.
Çağrışımların neler olabileceğini bilmeden yapılan hareketler,
özden gelen birliğin mesajı mıdır acaba.
Yoksa senin denk getirdiklerin, sana denk gelenler, yani işte denk mi gelir acaba?
Çok anlaşılır olmamış olabilir ama zaten kim kimi kelimelerden anlamış ki bugüne kadar.

Akan yaş, mutluluğun verdiği anlaşılmazlıktan galiba.

Bütün benliğiyle beni seven sevgilime, varlığı için teşekkür etmemek elde mi..
Onu görebildiği için kendime teşekkür etmemek...

Korkuyorum ya biraz, kendimden değil ama insanlığımdan...

Kimin ne zaman kim olduğu belli olmuyor gerçekten de...
Yaprağı bana getiren elleri, kaybettiğim yaprakları hatırlatırken, kaybetme nedenimi bildiğimi mi anlatmak istiyor acaba kaybederken.
Yoksa şimdi mi bu anlamı taşır oldu kaybedilen yapraklar.
Kayıp yapraklarımı da severim ben,
çünkü bir tek onlar sayesinde kaybetmemem gerektiğini öğrendim....

12 Nisan 2010 Pazartesi

Gribal enjeksiyon

Gözlerim içerden büyüdü, dışarıdan küçüldü. Ateş çıkarıyorlar ama rengi yok.
Görünmez ateşler çıkıyor gözlerimden.
Bir parçam bitmişlikle mücadele ederken, kollarım ve bacaklarım teslim olmuş.
Boğazımda kocaman bir düğüm, sesim sadece öksürük.
Kimbilir içeride ne savaşlar var, kimler kimlere kılıç çekmiş.
Hiçbir savaş güzellik getirmiyor işte.
Sonucunda da izini bırakacak, vücutta bir yıpranmışlık daha.

Hele ruhuma bıraktığı,
Ellerimden çaldığı güzel kelimeler,
Aklımdan çaldığı milyon düşünceler,
Zekamdan çaldığı kırıntılar...

Geçer, geçer de tam da şimdi geçmemişken, yalnız olmak koydu.
Şımarası var gönlün, ezberden belki ama var işte.
Yaslanası var ağrıyan başın bir omza.
Kendi yaptığı çorba o kadar çirkin oldu ki bu insanın,
midenin güzel, sıcak bir çorba içesi var.

E olmayınca olmuyor işte...

10 Nisan 2010 Cumartesi

OFF

o ne biçim bir duygu hareketi lan.
ama dedim bi dakkası bi dakkasını tutmaz insanoğlu olacak pisliğin diye.
Bir dakka önce maymunlar gibi aşık olup, bir dakka sonra, ulan ben ne yapıyorum diyebilir.
Dedikçe kendini aşktan dışarı atabilir.
Hemen sanrı gibi gelmeye başlar o maymuni aşk.
uyandım dedi mi bitti işte. Kısır bir çorap söküğü...
Bir tek birşey mi sebep buna, aşkı bitirmek için bir sana uymaz hareket yeter mi.
Bazen yeter bazen yeter sanırsın. Ama ikisi de aynı kapıya çıkar.
Offf sokayım, o kadar güzel ki beirut La llorona en azından aresten çarptıgım adıyla.
Oysa insan insandan vazgeçer mi, vazgeçtiklerim ben biliyordum böyle olacağını der mi.
Ne olmuş, ne olmuş.
Elif'in celallenesi gelmiş, çorabı sökmeye başlamış utanmadan.
Böyleyim işte. Buyum, bu kadar.

Görmediklerim görünür olur bir anda.
İstemem de gözüme batıverir.

kimse heveslenmesin, bu da geçer.
Hareketli bir ruh halim var.
sinirim bozuldu, dertli müzikler dinleyip, ardı arkasına sigara içiyorum.
Laf aramızda bu hali de bir seviyorum. Yaz babam yaz.
Konu dağınık olduysa kusuruma bakılmasın. Bir dahakini okumayıverin.

9 Nisan 2010 Cuma

Nefes Nefese

Dedim ki Sevgilime;
Seni ilk gördüğüm anı hatırlıyorum, hergün hatırlıyorum.

Dedi ki;
alışmadın mı daha.

Alışmadım. Alışmak da hiç istemiyorum.

Çünkü alışırsam şaşırmam...
Hergün şaşırmak istiyorum ben,
heyecanım hergün canlı,
ezberlenmiş aşk olmaz, olmasın bize de..

alışmasın hiç bana.
Şaşırsın benim gibi.

Ellerim ellerinde, nefesim nefesine karışsın...

YOK BAŞLIK MAŞLIK

oldu oldu çok oldu.
İnsanın keyfi yerinde olup, aşk başına vurunca tatlı tatlı,
aklı yetmez, eli kaleme, klavyeye değmez olur.
Kendimden özür diliyorum bunu için.
Söze de gireceğim de nereden nereye gireceğimi bilemiyorum.

İnsan evladı tabiatı itibariyle bir şekilsiz, tabiatsız kardeşim.
Nasıl oluyor da milletoğlu bu kadar dengesizken, psikoloji diye birşey var olabiliyor, onu da bir anlamıyorum hani.
Bir dakkası bir dakkasını tutmaz,
neyi sevip neyi sevmeyeceği belli olmaz,
niye sevip niye sevmediği de hiç belli olmaz.
Bütün dingilliğine rağmen egosu hiç yerle bir olmaz.
Doğa ağzına sıçar yine de onu kölesi sanır,
herşey kendine var sanır, bir tek kendine.

Başkasına verip veriştirir ama,
hergün aynaya bakar da, kendine hiç bakmaz.

Hayır asıl anlamadığım bencilliğinden ölecektir ama,
nasılsa,
ondan ölmez de kalp krizinden, zarttan zurttan ölür.

Duur ben daha çok sayarım ama saymayacağım.

Nefret ediyorum kendimden
insanlığımdan iğreniyorum.
Ama o kadar çelişiyorum ki
yine lanet insanlığımdan umut ediyorum.
Biliyorum bunu sırf insanlığımdan yapıyorum. O yüzden de yüzsüzce kendimi suçlamıyorum ben de, ben olmayanlara atıyorum suçu.
Beni yeterince düşünmeyen arkadaşıma,
Beni yeterince sevmeyen adama atıyorum.
yeterince ilgilenmeyen babama,
yeterince yaşamayan anneanneme,
Yeterince saygılı davranmayan patronuma,
Yeterince uslu durmayan kedime,

Kimin yeterincesi ulan.
Ne yüzsüz, ne terbiyesiz, ne doymak bilmez biriyim.
Varoluşuma şükredip utanmazca, özümden nefret ediyorum...
Onu ben var ediyorum ama elimden gelmezmiş gibi değiştiremiyorum.
Kendimi şiddetle kınıyorum kardeşim.
Ama siz sevgiyle kalın tabii...
Durmayın, aman ha durmayın...